26 Haziran 2011

Memur Bey

Yaklaşık 7 saattir yoldaydı. Artık güneş dağların arkasında kaybolmaya başlamıştı. Çalışmayan havalandırma yüzünden camların dördü de açıktı. Sıkıntıdan müzik dinleme hissi oluştu içinde. Sadece bu zamanlarda dinlerdi müzik. Hayatındaki silik ihtiyaçlardan biriydi müzik. Torpido gözünden bir kaset çıkardı, dinlemeye başladı. Müziğin ritmiyle hızını arttırdı. Koltuğun altından çıkardığı birayla keyfi daha da yerine geldi. Silik ihtiyacı ana gıdasıyla birleşince coşkusu ikiye katlandı. Uzakta bir kalabalık farketti, arabalar sıra sıra dizilmişti. Yanda ise kırmızı mavi ışıklar parlıyordu. Hemen yavaşladı. Bira şişesini camdan fırlattı. Fosforlar içindeki polis işaret etti kenara çekmesi için, hemen öyle yaptı. Polis ağır adımlarla arabanın yanına geldi. Başını eğdi ve içeriye doğru baktı. Az önceki bira müzik ikilisinden eser yoktu.
-İyi geceler.
-İyi geceler memur bey
-Radara yakalanmışsınız.
-Memur bey hic farkında değilim, saatlerdir yoldayim. Ceza yazmasanız, aramızda halletsek?
-Ehliyet, ruhsatı sen ver bakalım, şöyle gel.
-Peki memur bey...







Hayatımızdaki bir saygı unsuru adeta Memur Bey. Boynumuz bükük, acınacak halde söylenen Memur Bey'in getirisi çok büyük. Elin kolun bağlı, bu davranışı göstermek zorundasın. Hatta bu kural haklı oldugun zaman bile geçerli, çünkü hiçbir zaman sürücü haklı değildir. Peki neden bu sahte saygıyı başka memur sıfatıyla çalışan birine yapmıyoruz? "Evim yanıp kül olacaktı, tam zamanında yetiştiniz de yangını durdurunuz, teşekkür ederim Memur Bey" gibi ya da "Teşekkür ederim Memur Bey, siz olmasaydınız annemi hastaneye yetistiremezdik" gibi... Çünkü onlara karşı yalakalık yapmamıza gerek yok. Hatta iki dakika içinde isimlerini öğrenip isimleriyle bile hitap edebiliriz. Bir bakıma kader ortağımız oluyorlar, bize destek oluyorlar.

Şu yaşıma kadar farklı bir hitap şekli görmedim bu "beylere" karşı, hiç sempati de beslemedim. Aksine bu saygı durumu hep garibime gitti. Bence artık çevirilerde de Police karşılığı olarak Memur Bey kullanılsın.

24 Haziran 2011

Anı

Vladimir'in mimlemesi üzerine birkaç anımı paylaşıyorum, onunki kadar devrimci nitelikli değil ama olsun :) merak edenler buraya tıklayabilir

Konu:

" Bugüne kadar merak ettiğiniz bir kişi, nesne, olay, vs. için ilginç, çılgın veya sizden beklenmedik bir şey yaptınız mı ? Yaptıysanız açıklar mısınız ? "


Eğitim hayatım boyunca çok kez okul değiştirdim. Bu en başta taşınmamız dolayısıyla oldu, sonra babamın tayini çıktı, en son da istediğim bölümde okuyabilmem için kendim okul değiştirdim. 5. sınıfa gectiğimde okulum bahçelievlerdeydi. Güzel bir okuldu esasen, ayrıca babam ve halam da bu okulda okumuşlardı. Başlarda sınıfa alışmak zordu, benden önce sınıfta oluşan gruplar vardı. Bu alışma evresinde yaşadığım en büyük olay beden eğitiminde oynadığımız futbol maçıydı.

O zamanlar çok cılız bir çocuktum, bir de yeni geldiğim için sınıfa, çocuklar bana yabancı gözüyle bakıyorlardı. Neyse eşleşme yapıldı maç başladı, goller atıldı, yanda kızlar izliyor, bağırıyolar avaz avaz, son ataklar ders saati bitecek, kaptan beni forvete yolladı, koşa koşa gittim ben de. Öyle beleşe top bekliyorum, karşı takımın kalecisiyle muhabbet ediyorum, o derece yani. Sonra baktım bizim takım müdafada batırıyor, gol yicez derken savunmada top kapıldı ve bana doğru atıldı, aldım topu, zaten kalenin önündeyim, vurdum gol oldu. Birden maçın yıldızı oldum, arkadaşlarım üzerime koştu, omuzlarda taşınırcasına şampiyon olarak beden eğitimi salonuna yol aldık. Artık kendimi ispatlamıştım, ben de bir bireydim bu sınıfta. Gurur tablosuydum. Mükemmelliğin geldiği son nokta.. Yani en azından o zaman öyle düşünmüştüm, şimdi düşününce komik geliyor :)

Bu harika düşünceler bir yana dursun, bazı derslerde de çok başarılıydım, hocalarla da aram iyiydi.. Sanırım 7. sınıftaydım, din dersinde hocamız namaz kılmayı falan anlatıyor, ben de çantamdan küçük bir poşet çıkardım, onla oynuyorum. Yanımda da serkan var ( belki okur bu yazıyı, sevgilerimi gönderiyorum) torbayı şişirdim ben amaçsızca, valla neden bilmiyorum sanki patlatcam. Sonra serkan bekleneni söyledi, sıkıyosa patlat, patlatamazsın tarzında insanı zorlayan şeyler. Düşünmeden patlattım... Sınıfta bir haykırış... Ardından gelen ölümcül sessizlik... Hoca sordu kim yaptı diye. Sanki sormaya gerek var. Ben kıpkırmızı olmuşum, elimde poşet... Elimi kaldırdım, benim, dedim. Çık dışarı dedi, hemen çıktım... Yarım saat boyunca kapının önünde bekledim... Ders bitti, arkadaşlar cıktı, kahkahalar havada uçuşuyor, ben bir süre kendi ten rengime dönemedim...

Böylece itibarım yerlere düştü, yaramaz çocuk olsam bu kadar etkili olmaz ama uslu, akıllı çocuk modunda görününce yaptığın garip hareketler iki kat kötü itibar bırakıyor.

16 Haziran 2011

Uzay

Uzayın sonsuzluğu ve bilinmezliği çok etkileyici. Biz de sadece, bize sunulan kadar bilgiye sahibiz uzay hakkında. NASA'nın uyguladığı gizlilik politikası, belki daha çok bizi bilgiye aç bir hale getiriyor. Kapalı kutunun uyandırdığı merak bu olsa gerek.


Uzaylıların varolduğuna inanan insanlar var. Ne kadar komik di mi? O insanlar arasında ben de varım. Gecenin bir vakti elimde bira, oturmuş uzaylıları düşünüyorum hatta an itibariyle. Dün ay tutulması oldu,(yazımı okurken dünya tutulması diye okudum, size de oldu mu acaba) gerçi tutulmayı görmedim ama, içimdeki bu metafizik düşünceler harekete geçti.

Bu düşüncelerle yeni tanışmış değilim.  Küçükken vazgeçilmez birşey vardir,o da ağız dalaşıdır.

-Hüseyin, dün cips almış babam. Aha bu ev kadar!
-Benim de babam aldı ki dün, aha bu apartman kadar.
-Olum benimki bütün sokak kadar.
-Benimki dünya kadar
(işte olay dünyaya gelince, işin boyutu değişir)
-Benimki uzay kadar!

Bu konuşmalarda kollar sonuna kadar açılır ama uzaya vuran kişi her zaman kazanır. Durup düşünürsün çocuk aklınla, "uzay mııı" diye. Sonrasında yok Samanyolu yok Kara Delik bir sürü şey üretildi ama benim için son nokta uzaydır. Benim karşımda o çocuk uzay kozunu oynadıysa gider elini öperim.

İşte o zamandan şekillenen düşünceler büyüme sürecinde son noktasına ulaşır. Hele ki birkaç kitap, film izlediysen bu konu hakkında, artık sen de bizden biri olursun. Film, kitap dışında kafayı karıştıran en büyük şey amatör kamera ile çekilmiş görüntüler. Şu an açıp bakılsa tonla bu görüntülerden var, fakat görüp görülecek tek şey de birkaç ışıktan fazlası değil. Bana pek inandırıcı gelmiyor bu görüntüler mesela. Öncelikle görüntü kalitesi berbat, arkadaşın telefonla ışık yapsa fark olmaz. İkinci olarak da hepsi kilometreler ötesindeki görüntüleri içeriyor. Herhalde NASA kasaba köy dinlemiyor, uzaylıların videosunu çeken amcayı yamultup görüntüleri alıyor.( aklıma da goradaki sahne geldi.. Bizzat uzaylıyla sevişen arkadaşım mı var diyodu ne diyodu tee allam)

Şaka maka bu iş böyledir yani NASAcılar nefes aldırmıyordur, topluyordur ne var ne yoksa. İşte bütün bunlar biraz daha inandırıcı kılıyor uzaylıların varolmasını. Bilinen bizden daha üstün oldukları. Aklımıza süpersonik bir fikir gelsin mesela direk uzaylılara yoruyoruz, yapılan filmler de bu zekanın ürünün olduğu için bu tip filmler hep ilgimi çekiyor.

Orda bir yerdesiniz, biliyorum. Kıyamet kopmadan gelin bi an önce. Hatta o aralar gelin de kıyameti size yoralım.

14 Haziran 2011

İkisinden Biri

Ya ben garibim ya da insanlar garip. İkisinden biri.


Herkes anladığı boyutta etrafına bakıyor, yaşamını sürdürüyor. Aşkını yaşaması bile bu boyuttan öteye geçemiyor. Benim şu ana kadar yaşadıklarım, hayatta gördüklerim ve hayattan beklediklerim çerçevesinde bir aşktan ötesini beklemem söz konusu bile değil. Düşüncelerimizle eşdeğer bir yaşam var önümüzde. Benim bu algım, farklılığı görmek ve bu farkındalığı açığa çıkarma derecesinde. Senin algın ise belki de bunu çoktan farketti ve sana eşlik etmem için beni bekledi veya tem tersi. Bundan yoksunluğunu anlama noktasındasın.

Hayatımıza eklenen en büyük tüketim ürünü internet bile bizim hakimiyetimiz ölçüsünde var. Aslına bakılırsa internet sınırsız bir kaynak, sınırlandığı nokta ise kişide bitiyor. Çünkü şu an kadar öğrendiklerimiz, ilgi alanlarımız, öğrenme isteğimizin sınırları kadar interneti kullanabiliyoruz, daha ötesi değil.

Sosyal ağ ortamıma baktığımda bu durumu açıkça görüyorum.(zaten şu düşüncelerim bu ortamdan türemiştir) Etrafta bir kargaşa gidiyor. Nerede ne yaptığını belgeleyenler, aşkını internet üzerinden yaşayanlar, siyasi görüşlerini ve tepkilerini sadece evinde oturarak destekleyenler, milletin gözünde ünlü olanlarla aynı paydada buluşup ünlü olmak isteyenler, yalakalık yapanlar, herkese gülümseyip ahlaktan yoksun insanlar. Her yerdesiniz. Sokaklar fethedildi, sırada sosyal ağ var.

Genelde düşüncelerime ilk tepki '' sen de bizdensin '' dir. Dediğim gibi, biz sadece algıladığımız boyutta etrafımıza bakıyoruz ve buna göre yorum yapıyoruz.


Bana kalırsa hayatım bu aralar bir tebessümden bile yoksun, bir görüşten, hatta bir tepkiden. Etrafımda ise çok garip insanlar var. Parmaklarımda, göz bebeklerimde, saç tellerimde, burnumun ucunda.. Her yerdeler. Bunu çok derinden hissediyorum. Sosyal ağın inanılmaz gücünün içinde kaybolduğumu hissettiğim anlarda karşıma çıkıyorlar. Şu an bu yazıyı da okuyor olabilir. Bir o kadar da sinsi, ama yine de hayatımda ve benle hiçbir ilgisi yok. Orda duruyor ve hayatıma giriyor. Ben ise yabancılaşma içerisindeyim. Ya ben çok garibim ya da insanlar çok garip. İkisinden biri.

Bazen kendimi anlatamıyorum karşımdakine. Peki bu benden mi kaynaklanıyor? Her şeyi bilmediğim için kızmalıyım kendime. Benden beklenen bu herhalde. Yine de genel olarak yakınlıktan uzak duruyorum ve de durcam; ama sen yine orada kalmaya devam edeceksin, biliyorum.

11 Haziran 2011

Hoşça Kal

Evde bir kavgadır gidiyor. Komşular duvarın soğukluğuna çoktan alışmış, hiçbir engel olup biteni öğrenmekten caydıramıyor onları. Çocuk odasında sessiz, kulaklarını tıkıyor daha fazla duymamak için. Gözleri olabildiğince kapalı. Yeter ki etrafı görmesin duymasın. Babanın öfkesi bütün apartmanı ayağa kaldırıyor ama dur diyebilecek biri yok. Anne ise yalvarıyor, durmasını istiyor. Gözleri yaşlı, kolları mosmor, ruhu yerlerde. ''Yalvarırım sana, nolur dur!'' diyor. Baba kendine geliyor ''Artık sen yoksun benim hayatımda, her şey bitti'' diye bağırıyor. Gözlerini yumup arkasını dönüyor. Komşular şaşkın şaşkın duvara bakıyor. Gösteri bu kadar mıydı? Biz bunun için mi duvarın soğukluğuna katlanıyoruz? Ama ne yazık ki bu kadar. Çocuk kıpkırmızı kulaklarını ovuşturuyor, gözleri kısık etrafa bakıyor. Anne ruhuna eşlik ediyor, yattığı yerde kocasına bakıyor. Adam yavaş yavaş ilerliyor, kapıyı açıyor ve dışarı bir adım atıyor. Kulaklara ise sadece bir kelime geliyor uzaklardan Hoşça kal..


Kahvaltısını hemen yaptı, biraz geç kalmıştı. Telaş içinde giyinip evden çıktı. Yine de zamanında gelmişti adrese. Zili çaldı, arkadaşı kapıyı açtı. İçeriden müzik sesi geliyordu. Arkadaşı onu hemen buyur etti içeri, yağmurdan ıpıslak olmuştu. İçerisi kalabalıktı. Yeni insanlarla tanışmak onu stresli hayatından biraz alıkoyacaktı. Bütün geceyi orda geçirdi yeni arkadaşlarıyla. Birlikte dans ettiler şarkı söylediler, fakat istediği noktaya gelememişti. Bir türlü gözünü alamıyordu ondan, zaman ilerledikçe daha da yaklaştı yanına ve konuşmaya başladı. Kendinden emin ve sakin konuşuyordu. Kız ona gülümseyerek eşlik ediyordu. Sabaha karşı kendini dışarı atabildi, yanında da zor eriştiği kız vardı. Yine gülümsedi ve montunun düğmelerini ilikledi. Arkasını döndü, yürümeye başladı. Biraz yürüdükten sonra elini kaldırdı ve hafifçe salladı. İlk defa o güzel sesini duydu Hoşça kal..

9 Haziran 2011

Kusursuz Dünya

Cine5 ne kadar popülerdi ben küçükken.(çok büyüdüm tabi şimdi kocamanım) Yerel kanallar çok ezik kalıyordu onun yanında. Bu ezikliği yaşatma sebebi şifreli olmasıydı. Kendine has bir artistliği vardı. Cine5'i ulaşılamaz kanal olarak görürdüm. Her film, dizi başlangıcından tadımlık bir iki dakika gösterirdi, sonra çat diye şifre girerdi. Uzun süre bu böyle devam etti; fakat o sükse, o popülarite de bitti. Bir de baktım ki şifre kalkmış, mahallede bir bayram havası. İnsanlar üstünü çıkartıp çırılçıplak sokaklarda koşuyorlar, bu sevince dayanamayıp Boğaziçi Köprüsü'nden atlayan oldu be! (neyse abartmıyım)

Kanalın açılmasıyla birlikte elbette başka bir şey izlenmez oldu. Ben de göremediğim o gizemli Cine5 dünyasına attım kendimi. O kadar şey izledim Cine5'te ama hiçbiri beni Kusursuz Dünya kadar etkilemedi sanırım. O zaman tabi pek bir şey anlayamıyordum filmden, oradaki Casper maskeli çocuk kadardım; ama şu zamana kadar o son sahnedeki trajik ölüm sahnesi aklımdan hiç çıkmamıştır.


Filmde Clint Eastwood babamız, şerif rolündeydi. Benim için o zamanlar kendisi sadece yaşlı bir amcaydı, daha ötesi değildi. Kevin Costner(Butch) ise hapishaneden kaçan birini oynuyordu. O da yakışıklı, karizmatik adamdı benim için. Bütün kadınlar tabi bayılıyor. O sigara içişi, saçlarının o ahenkle dans edişi falan.. T.J. Lowther(Buzz) da sevimli hayalet Casper'ımızdı. Bu aralar Osman neyse Buzz da öyleydi işte.(ismini bulmak için google'a öyle bir geçer zaman ki çocuk yazdım, o derece alakam yok)


Filmde asıl duyguyu masum bir çocuk ile sözde kötü, bir hapishane kaçkını arasındaki o güzel ilişki veriyordu. Onların birlikte yaşadıkları özgürlük çok etkileyiciydi. Genelde iyilik ve kötülük kavramları işlenmişti ve açıkcası sonunda ne olacağını kestirmek pek mümkün değildi. Butch hapisaneden kaçmıştı, bir şekilde yakalanması gerekiyordu; ama film boyunca yaptığı iyi şeylerden dolayı insanın vicdanı el vermiyor. Bir şekilde kaçsın kurtulsun, ölmesin istiyorsun.

Beni etkileyen son sahne hatırladığım kadarıyla şöyleydi: Butch bir ağaca yaslanmış yaralı. Etrafı tamamen sarılmış. Şerif, elinde megafon ''Surrender'' diye bağırıyor. Buzz da gözleri yaşlı Butch'un yanında, ona sarılıyor, hüngür hüngür ağlıyor. Butch onu teselli etmeye çalışıyor ve ayağa kalkıyor, tam cebinden bir fotoğraf çıkaracakken, şerif bunu silah sanıyor, ve ''FIRE''.......... Butch yavaş yavaş yere düşüyor ve gözleri gökyüzünü arıyor. Kamera da yavaş yavaş gökyüzüne doğru dönüyor ve film bitiyor..

>>Yazarken bile üzüldüm, canım sıkıldı.. Yani olacak iş mi bu? Bir insan kötülük yapmış olabilir, bu her zaman böyle olacağı anlamına gelmez. Niye öldürüyorsun canım adamı!<<

Senaryoyu John Lee Hancock yazmış. Onu burdan kutluyorum. İlk düşünce olarak çok kızsam da kendisine, şu zamana kadar filmin aklımdan çıkmamasını son sahnenin şahaneliğine borçluyum.