26 Aralık 2012

Fak

Ayaklarım bilgisayar masasında, sırtımdan terler aka aka ekrana bakıyordum. Pencere sonuna kadar açıktı, don atlet oturuyordum. Ceyran yapsın diye gittim dış kapıyı açtım. Karşı komşu ile göz göze geldim. Donumdaki bags bani komşuya el sallıyordu. İyi günler dileyip kapıyı adamın yüzüne kapattım. Hoparlörden ileti sesi geldi, masaya geri döndüm. Turuncu yanıyordu. Akşama şavşenk ridempşın izleyelim mi diye sordu. Ben izledim onu, başka bişeler izleyelim mesela... godfather olabilir, dedim. Bikaç dakika ses çıkmadı. Herhalde IMDB top 250 listesini kurcalıyordu. Tamam, dedi onu izleyelim. Coni volkır kaldı mı diye sordu, var kaldı dedim. İyi iyi film izlerken de onu patlatırız dedi. Anlaştık. Pencereyi kapattım.

Herkesin "derdimi anlatacak kadar" dil bilmesini aştık artık, onun bir adım önündeyiz. Herkes İngilizce biliyor. Daha doğrusu öyle sanıyor. Dil sınıfındayken Türkçe hocamız "hepiniz İngilizce biliyorum diyorsunuz di mi? Alın şunu çevirin bakalım 'sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş." demişti. Biz sınıf olarak dut yemiş bülbül gibi kalmıştık. Bir dildeki deyimi ilgili dile aktarmak oldukça zor. Deyim demek kültür demek. Sonuçta ben İngiliz değilim ki her şeyi İngilizce söyleyebileyim.. Çevirmesi bitti bir de bu işin telaffuzu var.

O akşam arkadaşım eve geldiğinde filmi hazırlamıştım. Johnnie Walker'ı sordu. Dolapta, dedim. İçkiyi sorarken ingiliz aksanı yapmıştı ama bilgisayarda yazışırken coni wolkır yazmayı tercih etmişti. Bu şey, yani ingilizce bilip bazı kelimeleri yazma aşamasında zorluk çektiğinden türkçe okunuşunu yazmak bir hastalıktı. İnsanı dil bilgisi seviyesinde intermediate ile upper-intermediate arasında yakalardı. O kadar yıl İngilizce öğrenip raconu bozmayarak "ben biliyorum" havalarında yazılırdı bu tip kelimeler. Yoksa Arnıld Şıvarszeneger'in Arnold Schwarzenegger olarak yazıldığını herkes gayet iyi biliyordu! Sadece çaktırmazlardı. Neyse üzerine gitmedim. Çünkü bu durumun farkındaydım. Her türkçe okunuşlu ingilizce kelime kullanımında aslında gerçekten yazamadığını anlıyordum. Getir hadi viskiyi patlatalım o halde, dedi. Gittim dolaptan 70lik conimizi aldım. Tam içkiyi bardaklara dökerken şişe elimden kaydı, yere düştü ve tuzla buz oldu. Burnuma keskin bi viski kokusu geldi. Gözlerimden yaş aktı. Ağzımdan ise tek bir kelime çıktı.. Fak!

19 Aralık 2012

Alış(a)madım

"Tahlillerden önce sizi Dahiliyeye alalım" dedi kadın. Hay hay, dedim. Dosyasındaki benimle ilgili evrağa bir işaret koydu, kapıyı açtı. Doktor tüm asaletiyle masasında oturuyordu. Günaydın, dedim. Ses etmedi. Kafasını kaşıyarak önündeki dosyaya bakmaya devam etti. Seni şuraya alıyım derken bile yüzüme bakmıyordu, "şurayı" eliyle gösterdi. Özel hastane doktoru umursamazlığı vardı adamda. Dünya para ödeyip s.klenmemek böyle bişeydi. Geçtim "şuraya". Üstüne çıkart, dedi. Çıkarttım. Derin nefes al, dedi. Derinden aldım. Tut, dedi. Tuttum bırakmadım. Bıraksam olay çıkardı. Yat şöyle, dedi. Yattım. Göbeğime vurmaya başladı, avuçladı bi güzel kendi vücudu gibi. Adama gıkımı çıkaramıyordum. Steteskop acımasızca vücuduma tecavüz ediyordu. Gazın var, dedi adam. Yarım saatlik muayene sonrası sadece gazımın olduğunu sonucuna varmamıştır herhalde diye düşündüm. Salayım mı diye soramadım, zira gazımın olduğunu ben de biliyordum. Dosyalı kadın geldi aklıma. Gaita inledi beynimin kıvrımlarında. Tahlil öncesi Dahiliyeye girince böyle oluyordu işte. Bütün suç kadındaydı. Açıklayamadım doktora. Yok desem olmazdı. Koskoca doktor bilirdi sonuçta. Kısık bir sesle "evet" diyebildim. İki gün önce full check-up isteği üzerine oluşan ve o günden beri sevip beslediğim, hastanede gaita uğruna bırakılıp gidecek bir gazdı o. Tamam kalkabilirsin, dedi doktor. Utanarak üstümü düzelttim. Muayene kaçınılmazdı ve ben de zevk almaya bakmıştım. Alkol alıyor muyuz, diye sordu doktor. İçimden "alıyoruz tabi bu gece rakı balık yapalım" diyesim geldi, diyemedim. İmzasına muhtaçtım doktorun. Arada sırada, dedim. Peki sigara, diye sordu. Eee denedim ama içmiyorum yani bikaç ayda bir kere falan diye uzattıkça uzattım. Hayır demek varken niye bu kadar uzattığımı anlayamadım. Gözüm steteskoptaydı. Bişeler anlamış olabilirdi ve belki de beni deniyordu hain doktor. İçmiyorum diyemezdim. Sigara içmiştim ve alkolün yanında olursa bi Djarum Black tüttürürdüm hiç acımadan. İçme evladım, dedi doktor. Bir anda yakınlaşmıştık. Tamam babacığım deyip sarılacağımı sandı galiba pezevenk. Alışırsın bak içme, diye tekrarladı. Yok içmiyorum zaten diyerek sıvamaya çalışıyordum ama tutmuyordu. Derbeder öğütü karşısında gözümün önüne doktorun leş gibi akciğerleri geldi. Samsun ile başlayıp Winston Light'a doğru giden bir sigara kurbanıydı belki de. Kokusunu sevmiyorum zaten alışmam yani, dedim. Yok yok sen içme hiç, diye diretti. Sigara içen insana sigaraya alış(a)madığını anlatmak ne kadar zor bişeymiş o an öğrendim. Kendisi de ya ailesinden görüp ya da arkadaşlarıyla muhabbet ortamında sigaraya başlamıştı ve bi kere o dumanı içine çekince sittin sene bu lanet şeyden kurtulamayacağını düşünüyordu; fakat ben öyle değildim. Bir bağımlılık değil bir anlık keyifti sigara benim için. Olsa da olurdu olmasa da; ama bunu doktora anlatamadım. Tamam, dedim. Attı imzasını, verdi dosyayı elime. İyi günler diledim, o bişe dilemedi. Çektim kapıyı çıktım. Dosyalı kadın beni hemen karşıladı. Elime iki tahlil kabı verdi. Vücudum doktor tarafından hamur gibi olmuştu, tuvalete zor gittim. Bikaç dakika içinde geri döndüm. Gaitayı veren bir insanın mutlu olabileceği kadar mutluydum, neşe saçıyordum. Hastaneden dışarı çıktım. Muayeneleri biten arkadaşlarım sigara içiyordu. Ver lan bi dal, dedim. Zaten inandıramadık adamı. Bi güzel içime çektim dumanı ve işte o gün bu gündür sigara bağıml... Yok canım, inanmadınız değil mi? Arkadaşlara yarın görüşürüz, dedim ve eve gittim. Leş gibi sigara kokuyorlardı.