tag:blogger.com,1999:blog-308613041912404502024-02-06T18:23:05.011-08:00Uyumayan SesUyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.comBlogger125125tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-56818274729361654912017-10-08T08:54:00.000-07:002017-10-08T08:54:47.603-07:00Korkak<i>Ağlıyordum. Durmadan ağlıyordum. Kendimden geçercesine ağlıyordum. Gözlerimin şişkinliğinden ve kanlı olmasından, burnumun durmadan akışından ve hırpalanışından, dudaklarımın büzülüp dişlerimin birbirine vuruşundan, çenemin sızlanıp kaşlarımın kırışmasından, vücudumun hüzne tüm tepkisinden, her halimle, bütün ruhumla ben ağlıyordum. Bitap düşüyordum ve toparlanamıyordum. Sonu gelmeyen bir kriz adeta, ölüyordu bedenim. Zihnimin kapandığını, karanlık bir sokakta ilerlediğimi, yoldaki bütün lambaların birer birer söndüğünü hissediyordum. Adımlarımı attıkça karanlıktan süzülen soğukluk içime işliyordu. Bir köpek ağlıyordu, bana eşlik ediyordu. Sahibi onu balkona hapsetmişti. Usul usul ağlıyordu. İçten. Kapanmış bedeni özgürlük istiyordu. O ağladıkça ben ilerlemeye devam ediyordum. Ta ki neden ağladığımı unutup bir anda duruncaya dek. Beynimizin çalışma mekanizmasına yine hayran kalmıştım. Sakin ruhumuza işleyen kötü düşünceler bizi bir anda ağlamaya sevk ederken, bunalan ruhumuz çıkış yolu arayıp mutluluğa yöneliyor. Kendimizi o dalgadan kurtarıp başka bir dalgaya sokuyoruz. Döngü. Mükemmel bir işleyiş. Zamanın akışını hissettiğim harika bir yaşam.</i><br />
<i><br /></i>
<i>Durdum. Kesildi ağlamam. Çünkü ağlayacak bir şey kalmamıştı. Akmıştı zehir, ruhum arınmıştı. Sahi ben neden ağlamıştım? Bunu kendime sorduğumda aklıma yine döngü geldi. Çünkü karanlığa yönelen zihnim kendini ele vermişti. Ben neden ağlamıştım?</i><br />
<i><br /></i>
<i>Şarampole yuvarlanmış hayatım, yolda gitmeyen düzenim, ters yüz olmuş bedenim. Hepsine tek bir basit soru soruyordum; ama cevabını alamıyordum. Çünkü cevabını öğrenmek istemiyordum. Bazı sorunların cevabını öğrenmeye korkar insan. Bilmek güçtür; korktuğu için mi ağlar insan yoksa ağladığı için mi korkar, ağlaması hiç bitmeyecek diye. Ağlamak bir kaçış yolu mudur? İnsan rahatlar mı ağladın, o zehir gerçekten akar gider mi yoksa ruhumuzun karanlığında saklanır mı?</i><br />
<i><br /></i>
<i>Tekrar ağlamaya başladım, çünkü neden ağladığımı hatırlamıştım. Sensizliğe ağlıyordum. Sensiz yapamayacağıma, sensiz nefes alamayacağıma. O an insanın içine işleyen yoksunluk hissi, bütün vücudu ayağa kaldırabiliyor. Hayran kalmamak mümkün mü? Her geçen saniyede o el bir adım senden ileri gidiyor.</i><br />
<i><br /></i>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBVyiGeCQAYBYa3hpC47YN1kL4QwlO3rk4O7uU6lBF2wYPtGH0qYJ41BGj0XmhUQqIuC3ZY7PnbChNAtH1Hw_A_ZuCVls0UCz6OWHWMiuJ_Wf1DNx8ypwqR6Ttrb1MRbBduXtTFalK5g/s1600/img_1144.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBVyiGeCQAYBYa3hpC47YN1kL4QwlO3rk4O7uU6lBF2wYPtGH0qYJ41BGj0XmhUQqIuC3ZY7PnbChNAtH1Hw_A_ZuCVls0UCz6OWHWMiuJ_Wf1DNx8ypwqR6Ttrb1MRbBduXtTFalK5g/s320/img_1144.jpg" width="320" /></a></div>
<i><br /></i>
Ben kısmi felci yaşarken, diğer benliğim bana bakıyordu. Çünkü dışarıdan her şeyin normal görünüp içinin acıması böyle bir izlenim yaratıyordu. Yokluk ve belirsizlik görünümüydü bu. Bu bir korkağın ölüşüydü.Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-53799727127217876462017-09-16T11:19:00.000-07:002017-09-16T11:19:06.988-07:00BugAyağımın altından gelen çıtırtı. Dümdüz olmuş hamamböceği. Sanki beyni çıkmış. Yemyeşil yer(ayağımı kaldırınca kavuşacağım manzaraya olan hayal gücü). Gözleri yerinden fırlamış, kulaklarından sıvı fışkırmış, bacakları kağıt olmuş. Ayağımın her hareketinde gelen farklı çıtırtılar. Seslere karışan trafik. Ayakkabımdan izi bir sürü silinmeyecek böcek sıvısı. Tiksinti. Yok oluş. Var olmayış. Varlığına son veren ayağımın hükmüyle. Bir dakika öncesine kadar durmadan diğerinin önüne geçmeye çalışan, doğuşundan beri kahrımı çeken, sabah uyanınca usul usul izlediğim, bazen ovaladığım, bazen hırpaladığım, bazen de kaşıdığım ayağım. Cellat. Kıpkırmızı kan. Oluk oluk aktığını gördüğüm bayram. O soğuk havaya karışan sıcak kandan çıkan buhar. Gözlerin beyazları çıkıp nefesin kesilmesi. Kanın akıp ayaklarıma kadar varması. Sabah kalkıp baş parmaklarını yukarı aşağı hareket ettirdiğim ayağımın parmakları. Kaderine lanet edip kaderini kederle yaşayan kepaze kerizler. Kendinize yapmayın bu zulmü. Tatlı bir uykuya dalan sade beyinler. Sorunsuz. Sıfır düşünce. Boşluk. Tepeden tırnağa. Hayır, değil bu mutluluk cehaletten. Düpedüz kaygısız ve boş yaşam. Virgül dolu hayat, taptaze bir beyin. Zonklamıyor hiç. Çağırışımdan uzak, ne bildiğini bilmeden yaşayan kıvrımlar. Ceviz gibi sert dışı. İçi zaten benzer. Yan yana koy, bak! Bütünlük mü yok? Bütünü de büsbütün bağımsız. Hep öyledir. Bazen senin içindir, bazen kendin içindir. Sonra dönüp bakarsın, o ben miyim diye. O günkü senden sensizlik kalmıştır. Sessizdir çevren, donuktur çehren. Kapalıdır gözler, orada mıdır? Bilen olmaz. Teksindir. Yalnızlık değil midir bu? Kavram değişmiştir. Yoksunluk vardır. Bulutta düşünceler. Nereden geldi aklıma şimdi, hiç bilmem. Yazmazsam da şimdi aklıma geldi, dönüp de baktığımda hatırlamam. İstemem demek ki hatırlamak, kalsın tozların içinde olması gerektiği gibi. Aksın gitsin toprağa, hiç var olmamış sanki. Uzay boşluğunda dolaşsın. Başka sahibine yamansın, kaybolsun gözümden. Kaybolmasını istemediklerime yer açsın. Onlar orada kalsın, istediğim olsun. İstemediğim isteksizlikte boğulsun. Harfler tükensin, hep olduğu gibi. Y zı ar n da b r s nu ol uğ g i..Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-28726527818436935232017-01-23T05:03:00.000-08:002017-01-23T05:03:41.584-08:00Gerçek<i><span style="font-family: inherit;">Kapıyı araladığımda burnuma aşkımın kokusu geliyor. Derinlerden gelen huzur kokusu ciğerimi dolduruyor ve gözlerimi kapatıyorum. Aynı yavaşlıkta kapıyı kapatıyorum arkamdan. Tüm yorgunluğum ayak parmaklarıma iniyor ve oradan usulca beni terk ediyor. Ruhum kabarıyor. Aşkımın elleri ellerime dolanıyor. Birlikte yürüyoruz sıcak zeminde. Balkona doğru ilerleyip aynı anda gözlerimizi açıyoruz. Masmavi bir gökyüzü, bulutların eşliğinde boydan boya gözlerimizin önünde. Aşkımla koltuğa geçip birbirimize sarılıyoruz. Bu gün her yaşadığımız gün kadar sade ve temiz. Hep yaşadığımız huzur kadar saf, çünkü hayatımız da bir o kadar güzel. Aşkımın boynunda geçecek bir ömrün hayaliyle gözlerimi tekrardan kapatıyorum ve artık o hayalimdeki güzellikte nefes alıp vermeye devam ediyorum.</span></i><br />
<span style="font-family: inherit;"><i><br /></i>
Öteki ben sordu: "Hayattaki tek gerçek nedir?". Uzun süre düşündüm. Önce aklıma "aşk" geldi. Çünkü bu fiyakalı bir cevaptı. Gönül fetheden, dudak uçuklatan bir cevap, söylendiği taktirde karşı tarafı etkileyen ve kafada "romantizm" uyandıran. Aşk... Karşılıksız sevgi(?). Sonu olmayan mutluluk adeta. Sonra cevabımı değiştirdim. Ölüm, dedim. Ölüm, yeni aldığın deftere yazmaya başladığın o özenli cümleler gibidir. Sayfaları çevirdikçe zevksiz cümleler çıkar karşına. Her cümle birbirine girer, boka sarar anlamlar. O an öldüğünü anlarsın. Bilirsin ki her daim mutsuzluk kol geziyor bu hayatta. Ölüm ise tek gerçek ve biz hep bu gerçeği unutuyoruz. Yaradılışımız bu gerçeği unutmak üzerine kurulu. Eğer ki hatırımızda kalırsa yaşayamayız. Ölümü aşkın pençesindeyken hatırlarız. Çünkü sevdiğin kişiyi kaybetmek de bir nevi senin için ölümdür. Yaşanılmaz hayatı yaşanılır kılmaya çalışmak için geçecek bir ömür, merhaba! Bundan önce sen ve ben vardık, bundan sonra sadece ben kaldım artık. Bu hayatta bir kişi eksiğim.</span><br />
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<br />
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;"><i>Ne hayal ediyorum, biliyor musun? Spot üzerime vuruyor. Sahnede tek başımayım. Bir çift göz beni izliyor. Seyircim sensin. Gözlerimi kapatıp gita</i></span><i style="font-family: inherit;">rımın tellerine vuruyorum. Sesim dalgalanıyor. Heyecanlanıyorum. Sana olan aşkım beni heyecanlandırıyor. Sahneye ulaşıyor kokun ve sesimle harmanlanıyor. Şarkımı söylüyorum. Benimle uçmak ister misin bu gece? Böylesine güzel bir şarkıyı ben yazmış olmayı diliyorum. Çünkü kelimeler kifayet kazanıyor adeta. Hoşuna gidiyor. Hoşuma gidiyor. Gözlerimi açtığımda yanındayım. Aramızda sadece gitar var. Bu odada sadece sen ve ben varız. Bundan sonra da hep böyle olacak. Sana şarkılar söyleyeceğim. Gözlerinin içine bakacağım. Çünkü onlar aşkla bakıyor bana. Çünkü sesimin dalgalanması kadar güzel aşkımız.</i></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-6036674824206612632016-09-11T04:40:00.000-07:002016-09-11T04:41:35.441-07:00Baraka<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Kayalar kızıl, ağlıyor.</span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Yüzümüze vuruyor damlalar.</span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Kızıllığın ucunda bir baraka,</span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Göğüs geriyor dalgalara.</span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Tek başına,</span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Bir o kadar da güçlü.</span></div>
<div style="line-height: normal; min-height: 14px;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">İki çift göz izliyor barakayı,</span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">El ele.</span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Keşke, diyor dalgalar</span></div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Ayakların yere bassaydı,</span></div>
<div style="line-height: normal;">
</div>
<div style="line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Hiçbir şey havada kalmazdı.</span></div>
<div style="font-family: Helvetica; font-size: 12px; line-height: normal;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkmXCY0Qf-0cV5M4Y-NR8Zz-WN73lLtb695d0v9Cthi_pd_5_zxp1KQ4zNF8LKDj7tfzWngN2s5bCV4tZBfXDTQJAxAs4Rr_ttvLCAaemw2qZGhTjAWab6MJ4_a2njjeqPeppysvgGjA/s1600/IMG_8946.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="color: black;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkmXCY0Qf-0cV5M4Y-NR8Zz-WN73lLtb695d0v9Cthi_pd_5_zxp1KQ4zNF8LKDj7tfzWngN2s5bCV4tZBfXDTQJAxAs4Rr_ttvLCAaemw2qZGhTjAWab6MJ4_a2njjeqPeppysvgGjA/s200/IMG_8946.jpeg" width="200" /></span></a></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-27492199365242830022016-09-10T02:10:00.000-07:002016-09-10T02:11:20.397-07:00SenYolda yürürken,<br />
Düşer cebimden kalemler.<br />
Yolların bitmeyeceği gibi tükenmez kalemler,<br />
Sana,<br />
Tükenmeyen aşkım gibi,<br />
Ki bunu sana hiç hissettiremem.<br />
<br />
Bir bir toplarım yaşanmışlıkları.<br />
Hepsi tükenmiştir gözümde<br />
Ve birer birer canlandırırım önümde,<br />
Öykülerimde,<br />
Gözlerinin önünde.<br />
Bende bitmediğin için,<br />
Hiçbirinde sen yoksun.<br />
<br />
Hatırlarım bazen sensizliklerimi,<br />
Hissederim sana olan sevgimi,<br />
Düşününce ne güzel,<br />
Başlar "sen"le hepsi.Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-70938489673436693712016-07-13T09:00:00.000-07:002016-07-13T09:00:18.942-07:00KatyaKar tanelerinin, sıcak evin pencerelerine değip kaybolmasını ve bazen çok yavaşça bazen de hızlıca pencerede akıp giden damlaları ilgiyle izliyordu Fyodr Petroviç. İlk karın yağışı bütün Petersburg'a, sanılanın aksine, heyecan getirmişti. Bu heyecanı en çok hisseden Fyodr Petroviç, sıcak evinden kar kaplı sokağı merakla seyrediyordu. Limonlu çayından bir yudum alıp dünden kalan soğanlı ekmeğinden bir parça kopardı. "Ahh, yılın ilk karı" diye kendine kendiyle konuştu. Sevgili karısı Katya'nın ölümünün üzerinden 7 sene geçmiş, bu süre zarfınca kendi kendine konuşur olmuştu. Geç gelen karın mutluluğunu damarlarında hisseden kahramanımız, bundan tam 9 yıl önce böyle karlı bir günde Katya ile tanışmış ve hayatının sonuna kadar karısının kendi kollarında olacağına inanmıştı.<br />
<br />
Fyodr, eski paltosunu üzerine geçirip keçi derisi, uçları hafif delik, babasının mirası ayakkabısını giyip kendini Nevsky Caddesi'ne attı. Soğuk hava sıcak tenine vurdu ve bundan hoşnut oldu. Alt komşusu, emekli öğretmen Sergey Sergeyeviç'in iki yaramaz oğlu Anton ve Boris dışarıda kar topu savaşı yapıyordu. Fyodr Petroviç'i görünce yaptıkları kar toplarını Fyodr'a fırlattılar. Bu binaya taşındıklarından beri iki komşunun arası hiç iyi olmamıştı. Fyodr'un yaptığı gürültüden şikayetçi olan Sergey, bir keresinde Berdan marka tüfeğini alıp Fyodr'un kapısına dayanmış, onu öldürmekle tehdit etmişti. Yalnızlıktan her geçen gün aklı dengesini yitiren Fyodr, gelişen olayların farkında bile değildi. O, sadece sevgili Katya'sını düşünüyordu. Hayatının aşkı, biricik sevdiceği güzel ve alımlı Katyuşka.. Onu ilk gördüğünde kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu. Denizler kadar derin mavi gözlerine baktıkça kendini Dünya'daki en mutlu insan olarak görür, mutluluğu içinden taşar ve Petersburg sokaklarında şarkılar söyleyerek sevdiceğiyle gezerdi.<br />
<br />
Cebinde kalan son kopek ile aldığı yağlı peynir ve kara ekmek ile eczaneye uğradı eve dönmeden. Buraya Katya ile gelir, kilolarını ölçtürürlerdi. Son zamanlarda verdiği kilolarla Fyodr, bir deri bir kemik kalmıştı. 53 kilo 120 gram geldi tam olarak. Hayalinde "yine kilo vermişsin aşkım" dedi Katyuşka. Eczaneden çıkmaya hazırlanırken eski dostu Vasiliy ile karşılaştı.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHUSvuKSEQ0klJqS8Iuu6xD9C4b4LZzSNh4Pu5jACOmhhNmi06nkBW-zP9M3tBlCbqR5O6j1ntOEyggOv6684Y04GnhIF6a6-EULsDzguGtIW6AOK3qWTmaqFthmghienBY32SjZXUew/s1600/tumblr_ml5ousDM8J1qa1e2io1_1280.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHUSvuKSEQ0klJqS8Iuu6xD9C4b4LZzSNh4Pu5jACOmhhNmi06nkBW-zP9M3tBlCbqR5O6j1ntOEyggOv6684Y04GnhIF6a6-EULsDzguGtIW6AOK3qWTmaqFthmghienBY32SjZXUew/s320/tumblr_ml5ousDM8J1qa1e2io1_1280.png" width="317" /></a></div>
Vasiliy ile Fyodr yağmurlu bir Petersburg akşamında tanışmıştı. Tanışmaları dolaylı yoldan olmuştu. Bir tanecik aşkı Katya ve Vasiliy'in karısı Svetlana önceden arkadaştılar ve kocalarının da yakın arkadaş olmalarını istemişlerdi. Birlikte akşam yemeği yemişler, Stolichnaya votka içmişlerdi. Kısa sürede arkadaşlıkları pekişmiş, her hafta sonu birlikte vakit geçirir olmuşlardı. Katya'nın ölümüne yakın dostu Svetlana'dan çok Vasiliy üzülmüştü. Cenazede gözyaşlarını tutamamış, hüngür hüngür ağlamıştı. Bunu gören Fyodr, kendini suçlu hissetmişti; çünkü o bile karısı için bu kadar gözyaşı dökmemişti. İki arkadaş birbirini görünce selamlaştı ve dostça sarıldı. "Nasılsın?" diye sormadı Vasiliy; çünkü Fyodr, Katya'nın ölümünden sonra hiçbir zaman iyi olmamıştı. Artık Fyodr'un böyle bir hayat sürmesini istemediği için Vasiliy, Fyodr'u akşam evlerinde verecekleri baloya davet etti. Değişiklik ona iyi gelebilirdi. Zorla da olsa Fyodr bu daveti kabul etti. Yine dostça selamlaşarak Fyodr evin yolunu tuttu.<br />
<br />
Sıcak evine girince her zamanki gibi "sevgilim ben geldim" diye bağırdı. Eski paltosunu vestiyere astı ve üşümüş, yorgun vücudunu ısıtmaya çalıştı. Omuz ve kollarını ovarak mutfağa gitti, çayını yapmaya başladı. Kar hâlâ lapa lapa yağıyordu. Çayını alıp her zamanki oturduğu koltuğa geçti ve nefeslendi. Soğuk içine kadar işlemişti. Katyayı düşündü. Birlikte geçirdikleri hayat dolu günler, arkadaşları Vasiliy ve Svetlana ile geçirdikleri güzel günleri, hepsi dün gibi aklındaydı. Koltuğunda oturup düşlere dalmışken kar durmuş, sokaklar sessizliğe bütünmüştü. Hava iyice kararmış, Ay'ın o ürkütücü soluk ışığı baloya gelenlerin üzerine vurmaya başlamıştı. Fyodr, uyuyakaldığı koltuktan hafifçe doğruldu ve saatine baktı. Balo çoktan başlamıştı. Hemen yerinden kalkıp hazırlanmaya başladı.<br />
<br />
Fyodr, Vasiliy'in evine geldiğinde kapıda kimseyi göremedi; halbuki Vasiliy, misafirlerini bir soylu nasıl karşılaması gerekiyorsa, işte öyle karşılamıştı. Üstündeki üniforma, belindeki kılıç, altın kaplama saatiyle tüm gelenleri etkilemişti. Fyodr, kapıyı çaldı ve biraz bekledikten sonra kapıyı Vasiliy'in hizmetçisi Tamara açtı. Tamara, Fyodr'u samimi bir içtenlikle karşıladı ve içeri buyur etti. Ev oldukça kalabalıktı; ama Vasiliy o endamıyla hemen aralarında seçiliyordu. Svetlana da kocasının hemen yanındaydı. Anlaşılan dans yeni bitmişti. Ev sahiplerine Fyodr'un geldiğini söyleyen Tamara oldu. Fyodr'u görünce Vasiliy "gelmene çok sevindim dostum" dedi. Yanı başındaki masadan bir kadeh şampanya alıp Fyodr'a ikram etti. Teşekkür edip kibarca kadehi aldı Fyodr. Ondan sonra da gecenin sonuna kadar Vasiliy ve Svetlanayı bir daha görmedi.<br />
<br />
Fyodr, baloya geldiğinden beri sanki kalabalık çoğalmış, misafirler daha çok bağıra bağıra konuşmaya başlamıştı. Kendini yalnız hisseden Fyodr mutfağa geçti. Açık votkadan kendine doldurdu ve bir dikişte içti. Gece iyice ilerlemiş, alkolün etkisiyle taşkınlıklar çıkmaya başlamıştı, sesleri mutfağa kadar geliyordu; ama ev sahipleri ortalıkta yoktu. Tamara, "herkes birbiriyle kavga ediyor. Peki ev sahipleri nerede? Tabi ki gönül eğlendiriyorlar. Aynı seninle ve sevdiceğinle eğlendikleri gibi" dedi. Bu sözü üzerine Fyodr uzun süre konuşmadı. Zaten konuşkan bir insan değildi. Tamara ne demek istemişti? Benle de mi gönül eğlendiriyorlar? Peki ya sevgili Katyuşkamla? Bu sözleri Fyodr'u rahatsız etmişti. Vasiliy, Katya ile de mi gönül eğlendirmişti? Cenazede bu kadar ağlamasının nedeni bu muydu yoksa? Sinirlendiğini ve kızardığını hissetti Fyodr. Mutfaktan ayrılıp üst kata çıktı.<br />
<br />
Üst katta Vasiliy'in ve karısının bir tablosu gözüne ilişti. Karı koca ellerini tutmuş ve çok mutlu görünüyorlardı. Bu tablo için çok para dökmüştü Vasiliy ve evinin en güzel yerine asmıştı tabloyu. Koridorda ilerledikçe Vasiliy ve Svetlana'nın seslerini duydu. Fyodr, hafif aralık kapının önünde durdu ve Vasiliy'in üniformasını gördü. Karı koca birlikteydiler ve yataktaydılar. Yavaşça kapıyı itti Fyodr ve karı kocanın aşkla sevişmesini izledi. Svetlana'nın beyaz teni ona tanıdık geldi. Gitgide yatağa yaklaştı ve Svetlana'nın üstündeki kıyafeti ve siyah sütyeni yerde gördü. Vasiliy'in kılıcı ise hemen yanlarındaki sandalyede asılıydı. Şevkle gelen inlemeler ve nefes sesleriyle Fyodr yaklaşmaya devam etti. Bir anda cam kırılması sesi işitildi. Fyodr, ayağını hafifçe kaldırdı ve bir altın kaplama köstekli saati tuz buz ettiği fark etti. Heyecanla arkasını dönen kadının denizler kadar mavi gözlerini görünce Fyodr sadece "Katyuşka" diyebildi. Vasiliy ve Svetlana doğruldu. Svetlana hemen çıplak tenini ince çarşafla örttü. Vasiliy'in gözleri korku doluydu. Fyodr'un çabucak kınından çıkarıp çektiği kılıç ışıkta parlıyodu. Kılıcı nasıl eline aldığını bile hatırlamıyordu Fyodr. Tereddüt etmeden kılıcı Vasiliy'in kalbine soktu. O an her şey durmuştu sanki, sadece Vasiliy'in ağzından akan kanları izliyordu. Svetlana çığlıklar attı, çarşaflar kan içindeydi. Fyodr gözlerini yumdu ve dizlerinin üzerine kapaklandı. Yaşadıklarını sindiremiyordu. Her şey yalandı. Arkadaşlıkları, ilişkisi hepsi birer yalandı. Vasiliy'in kanlar içindeki halini görünce Svetlana haykırmaya devam ediyordu. Kılıç hâlâ Vasiliy'in kalbine saplıydı. Güçlükle kılıcı çıkardı Fyodr ve hayalindeki Katyaya döndü. Katyuşka tüm güzelliğiyle gülümsüyordu. "Seninim Fyodr ve hep senin olarak kalacağım" dedi. Bir damla gözyaşı aktı yanağından Fyodr'un. Kanlı kılıcı karnına dayadı ve yavaşça içine soktu. Aklını yitirmişti. Yere yan düştü. Katya hâlâ gülümsüyordu, Fyodr'un kalbi ise ilk defa bu gülümsemeye rağmen durmuştu.Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-9923438575027405242016-05-24T13:08:00.000-07:002016-05-24T13:08:03.520-07:00Uyumayan SesBen Uyumayan Ses'im.<br />
Ben, içinde çığlıklar atan;<br />
Sesi öbür yakadan duyulan senim.<br />
Sesinim, seninim...<br />
<br />
Buhranın içinde yola düşen yorgun vücudun,<br />
Hepsi şimdi benim içimde.<br />
Kaldırımlardan yola akan kafanın içindeki o düşüncelerin,<br />
Bende, içimizde...<br />
<br />
Karanlığın arasındaki canavar, dolabın içindeki gizli güç,<br />
Birer hayal ürünü ve keşfedilmeye açık.<br />
Gün yüzüne çıkmayı bekliyor ama yalnız,<br />
Kimsesiz, güçsüz...<br />
<br />
Kafamda bir hayal dönüyor, sanki gerçek,<br />
Yok olmuş ve unutulmaya yüz tutmuş.<br />
Sebepsiz yere çivisi çıkmış ve dengesiz beynim gibi,<br />
Tükenmiş, kayıp...<br />
<br />
Ben Uyumayan Ses'im.<br />
Ben yakın geleceğin ve uzak geçmişin.<br />
Sesin adeta kulaklarımda, kokun nefesimde.<br />
Sensiz...<br />
<br />
<br />Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-5862244959120327752016-05-16T11:33:00.002-07:002016-05-16T11:33:56.156-07:00Gece, benimAy ışığının perdelerden süzülüp odama yansıyan ahenginde, gözlerimi beyaz duvara sabitleyip zihnimde resim çizdiğim o muhteşem yorgun gecenin huzurunda kendi nefesimi dinliyor ve gecenin ilerlemesini bekliyordum. Gece mutsuz, gece yorgun.. Yatağın kokusuz yanından (benim yattığım taraf) hayat kokan yanına (onun yattığı taraf) başımı çevirdiğimde yüzüme bir ferahlığın geldiğini nefes alışverişimde bile gözlemleyebilirdiniz. Ne yazık ki (ve iyi ki) yanımda değildiniz. Ben ve yatağımın başucunda ayakta dikilip "gidici" olup olmadığımı kontrol eden Karanlık ile tek başımızaydık. Yokuşu tırmanırken ciğerlerimin şişip boşaldığını hayal ettiğim o anda mutluluk ile ölüm arasındaki çizgiyi düşündüm. Çizgilerden korkar, üzerine basamaz olmuştum ki bu beni belki de "çizgilere basmadan yürüyen insanlar"ın çıkış noktasına getirmişti. Karanlık ile diyaloğumuz ise ne bu çizgiler hakkındaydı ne de zihnimdeki resim.<br />
<br />
Yatakta uzanırken ayaklarım üşüdüğü ve uyuşukluğumun bir tembel hayvan seviyesine ulaştığı için sadece ayaklarımı kapatacak şekilde yorganı çapraz şekilde ayaklarıma örtmüş, yüzümü yastığa yan koymuş, perdenin hışırtısıyla nefes alıp veriyordum. Ay ışığı hâlâ aynı güzellikle odama eşlik ediyor, Karanlık'ın içine işliyordu. Gece sessizdi. Hayatın bittiği, günün geçtiği, yaşananların kaybolduğu, düşüncelerin donduğu fikri zihnimi meşgul ediyordu. Kafamı kaldırıp tek bir kelime söylemeyi başardım: Ne? Bundan sonra aramızda herhangi bir konuşma olmadı. Siz emin olun ki konuşmaya değer bulmadığım şeyler yaşadığımdan değildi bu. Bahsi geçen diyalog bu yüzden sözsüz geçtiyse de bunda benim bir kabahatim olmadığını belirtmek isterim.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiruSdRJT3f-ZzE-jLrwdZWkIXjbYKyFQTIUIfgZqucgIh8wHTY1XGfMoBIExqt8lrg7kBxHJI5VFCHgJm8hiADU3IBUaGTszCLtE0BEgaFIe8zrOxDk5GrFfYfZnFTbYLDJqe-uqQ3tg/s1600/bg_3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiruSdRJT3f-ZzE-jLrwdZWkIXjbYKyFQTIUIfgZqucgIh8wHTY1XGfMoBIExqt8lrg7kBxHJI5VFCHgJm8hiADU3IBUaGTszCLtE0BEgaFIe8zrOxDk5GrFfYfZnFTbYLDJqe-uqQ3tg/s320/bg_3.jpg" width="320" /></a></div>
Nefes alıp verdiğim sürece bu yatakta uzanmak ve hayat kokan yanımda ruhumu dinlendirmek, perdenin hafif hafif süzülerek başımın üstünden dalgalanışını seyredip hayallere dalmak istediğimi düşündüm o anda. Düşüncelerimi baltalayan Karanlık ise başımdan gitmiyordu. Ben ise huzur arayışında yitip gitmiş birçok insan gibi huzurun nerede olduğunu aramaktan bıkmış, daha sonra da aslında onun çok yakınımda olduğunun farkına varmıştım. Karanlık, bana yaklaştı ve gözlerimi kapadım. Ay ışığı, güzelim bulutlar arkasına düşmüş, beni yalnız bırakmıştı ve rüzgarın soğukluğu içime kadar işlemişti. Her şey zifiriydi. Kendimi Don Nehri'nin kaskatı donmuş yüzeyinde açılmış ufak bir delikten baş aşağı sarkıtılıp kıpırdayamadan ve sesim çıkmadan suda olduğumu hayal ediyordum. Bunun müthiş bir ölüm olduğunu düşündüm. Yaşadığım hayatta zaman zaman düşündüğüm "şu an ölsem ne olur" dakikalarından birini yaşıyordum. Geride kalanların vereceği tepkiler, gazete manşetleri, cesedimi bulan insanların yüz ifadesi.. Hayal gücünün sonu olmamasının verdiği hazzı içimde hissediyordum. Yok olmanın sadece hayallerde olduğu gerçeği ise nefesimin sıkıştığı tam da şu anda aklımı deldi ve kendime geldim. Çünkü Karanlık hâlâ bana olan yakınlığını koruyor ve nefesimin yok olup gitmesini bekliyordu. Ben ise henüz keşfettiğim "aslında bunun çok da iyi bir fikir olmadığı" gerçeğini ona anlatmak isterdim. Sadece başımı sağa sola sallayıp beni anlamasını bekledim. Çünkü konuşacak bir şey yoktu. Nefes alıp veriyordum ve hayat kokan yanımla hep yaşayacağımın bana verdiği mutluluk ile Ay ışığının bulutların içinden belirip odama eşlik etmesiyle birlikte gözlerimi kapatıp uyuduğumu hatırlıyorum. Gecenin içime işlediğini ve yorgunluğumu vücudumdan bir karış kadar yukarı çektiğini, yorgunluğun kaybolduğunu da çok iyi hatırlıyorum.Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-31562422110465717422016-01-31T09:58:00.001-08:002016-01-31T09:58:54.230-08:00Bu Raskolnikov'un çıldırışıSıradan sorular ve bu sorulara verilen sıradan cevaplar. Dilimin ucunda duran, çekilip alınması beklenen sözler. Yutkunmanın ertelendiği, boğazımı dolduran anlamını yitirmiş kelimelerin cümle oluşturamadığı dakikalar. Bu Raskolnikov'un çaresizliği. O içinde hissettiği nefret duygusu. Karşındaki insanın dudak hareketleri. Kendi dişlerinin beyazlığını nikotine armağan edip karşılığında o güzelim dişleri sararmış halde alan ve de o dişlerin çarpıklığında aradan burnumun direklerine çarpan, aç midesiyle karışmış ağız kokusu. Nasıl keyifler? İyi, her zamanki gibi. Hayatın gerektirdiği gibi. Hayat acımasız ve bir o kadar acısız. Samimiyet yoksunu, aşağılık herif. Dişlerinin çektiği acıyı ciğerlerimde hissediyorum, bunu bilmiyorsun. Keyfim yersiz yerinde, çünkü acı çekmeyi seviyorum. Peki senin keyifler nasıl? Cevabını merak etmiyorum. Hayır. Verdiğin cevaplar kokuyor. Kokunun yok olduğunu düşünüyorum. Yok oluş var oluştan daha dikkat çekici. Ellerimde. Avuçlarımla sıkı sıkı tutuyorum baltayı. Bu Raskolnikov'un korkusuzluğu. Terk edilişim diye nitelendirdiğim hayatımın geri kalan kısmı. O ne yapmıştı? Doğru olan bu demişti. Düşünmemişti. Düşünmeden indirmişti elimde tuttuğum baltayı. Kendi kendimi bitiriyorum. İçim içimi yiyor. Adalet iki elimle ölçebildiğim bir norm.<br />
<br />
Burada bir ağrı var. İşte tam burada. Benim mazoşist zevklerime köle bir acı. Bunu gözlerimi kapattığımda hissettim ve nefretim filizlendi. Artık kurtulamıyorum. Onlardan kaçamıyorum. Gölgemi bıçakladığımı hayal ediyorum. Yaşamaya devam ediyor.<br />
<br />
Arabayı durdurmasını söyledim. Kapıyı kapatmadan inip yürümeye başladım. Üzerimdekini çıkartıp sırtımı toprağa verdim. Bulutsuz gökyüzü. Yaşadığını hissettiren ve yalnızlığını perçinleyen mavilik. Sen hep orada kal. Ben sana bakmaya devam edeceğim.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgezE6PNAD7ITtIPpQ3BP6EU_jksfOCULBJlWEh0LpHwl0Wm554_1eavkR8ocFCd2WP5hKKF9Ms9c6XHaHYIjsEMzQgRNE3OKY6j_sT5gSQWsOoc7ancuqTgWZK__kmkJbTpQZynFPO9A/s1600/picture-211.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgezE6PNAD7ITtIPpQ3BP6EU_jksfOCULBJlWEh0LpHwl0Wm554_1eavkR8ocFCd2WP5hKKF9Ms9c6XHaHYIjsEMzQgRNE3OKY6j_sT5gSQWsOoc7ancuqTgWZK__kmkJbTpQZynFPO9A/s320/picture-211.png" width="320" /></a></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-13429987455085433762015-11-04T01:25:00.000-08:002015-11-04T01:52:00.094-08:00Emanci<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(22, 126, 251); -webkit-text-stroke-width: initial; line-height: normal; margin-bottom: 8px;">
<span style="font-family: inherit;">Emancipator(Douglas Appling) abi,</span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(22, 126, 251); -webkit-text-stroke-width: initial; line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<span style="font-family: inherit;">İlk mektup deneyimim olduğu için az da olsa heyecanlıyım. Hayatımın her alanına nüks ettiğin için blogumda sana yer vermemek olmazdı. İnsanlara senden bahsederken Emancipator, yalnız kaldığımızda ve müziklerine dalıp gittiğim zamanlarda ise Emanci diye sesleniyorum. Umarım bu kısaltma seni üzmez. Zira şu zamana kadar bütün şarkılarını çok kez dinledim ve ister istemez müziklerine ve sana karşı bir yakınlık hissediyorum. Kısacası yolda yürürken, kitap okurken, eve yorgun argın gelip yatağa uzandığımda, yemek yerken, su içerken, banyo yaparken, yani hemen hemen her alanda arka planda senin şarkıların çalıyor. Bilmem bu durum seni mutlu eder mi?</span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(22, 126, 251); -webkit-text-stroke-width: initial; line-height: normal; min-height: 14px;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(22, 126, 251); -webkit-text-stroke-width: initial; line-height: normal;">
<span style="font-family: inherit;">Uzun süredir sana yazmak istiyordum aslında, nitekim bugünü uygun gördüm. Bugünü uygun görmemde ise mükemmel bir neden var. Çünkü bugün bir mail geldi(yok senden değil). Tura çıkıyormuşsun, hayırlı olsun. Turda ben hangi avrupa ülkesinde seni yakalayayım diye bakadururken bir de ne göreyim, tur güzergahına İstanbul’u da eklemişsin. Durup bir nefes aldım. Sonra bir daha baktım; zira gözlerimden yaşlar geldi ve tam okuyamadım o anda. Haberi alır almaz, dostum <a href="http://mjoraz.blogspot.com.tr/" target="_blank">Mjora</a>’ya müjdeyi verdim ki ikimiz de köpek gibi hayranınız. <i>Bonobo, Moderat, Flashbulb, Massive Attack</i> gibi daha ismini buraya yazmadığım bir sürü grubu dinledikten ve hatta bizzat konserlerine gidip izledikten sonra seni keşfettik. Yani Emanci abi sen bizim için bulunmaz bir nimetsin. Senin müziklerin ruhumu dinlendiriyor. Mesleğim uçuculuk; lakin gerçek manada seni dinlerken uçtuğumu hissediyorum. Bak bu kesinlikle seni mutlu edecektir! Mektubu Türkçe yazdım; biliyorum, anlamayacaksın; ama bu güzel hislerimi İngilizce yazarak heba edemezdim. Kendi dilimde, kendi tarzımla mektubumu yazmak istedim. Merak etme, hep güzel şeyler yazdım. Geldiğinde de bir imzanı alabilirim umarım. Kendine iyi bak Emanci.</span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; line-height: normal; margin-bottom: 8px; min-height: 12px;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzhgrQna2oOxwVog0DBzWsdXtqF93TEWwvtL5jlN5Pp1wMDPSBe9lg8Cb3MIYkmOyoCT_VKEB5jW-iRAVjt2QQh_ALq8vFaBGTV5zi7AaXPbZdg-srBF46q7wIyPIeyZhtQ5QxQT-CcQ/s1600/huge_avatar.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzhgrQna2oOxwVog0DBzWsdXtqF93TEWwvtL5jlN5Pp1wMDPSBe9lg8Cb3MIYkmOyoCT_VKEB5jW-iRAVjt2QQh_ALq8vFaBGTV5zi7AaXPbZdg-srBF46q7wIyPIeyZhtQ5QxQT-CcQ/s1600/huge_avatar.jpeg" /></a></div>
<br />
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; line-height: normal; margin-bottom: 8px;">
<span style="font-family: inherit;">Evet, ben ise bahsi geçen <i>mjora</i>, sevgili Douglas Appling sana yazıyorum, tabi böyle açık bir mektup olduğu için sadece içimden geçen hisleri samimi şekilde yazmak istedim. Müzik, benim için çok anlamlı bir şey tabi ki(herkes için olduğu gibi(!), yani sadece müzikleri dinlemek değil onlara anlam da yükleyen birisi olarak sana diyeceklerim hiç de az değil. Birçok insanın, işte güzel müzik -sözsüz ama- hoş müzik dinliyorum ara sıra dediği bir müzik türü yaptığından değil aksine sevgili <i>uyumayanses</i>’in de dediği gibi hayatımın her alanına işlemiş müzikleri yaptığın için sana minnettarım. Burada aslında şunu da belirtmem lazım <i>Emancipator, Bonobo, Flashbulb</i> gibi hayatımın her alanına nüfuz etmiş, yaşamımın arka planını oluşturan seslerin varlığını bize sağladığın için sana teşekkür etmem lazım.Yoksa ne yapardık diye düşünüyorum gerçekten. Yani bu müzikler olmasa sanırım sıkıntıdan ölürdüm bu dünya üzerinde. ”Neden bir müzik insana böyle hissettirir ki” sorusunun cevabı ancak bizim gibi düşünen kişilerin anlayabileceği ve özümseyebileceği bir cevaptır.<br /><br />
</span><br />
<span style="font-family: inherit;">Türkiye’ye geleceğini duyunca çok sevindik tabi ki o gün orada olacağız ve <i>With Rainy Eyes</i> ile coşacağız. “Yakında ateş yakacak kadar soğuk olacak” dediğin albümle ‘chill’ soundun ile tekrar içimizi ısıtacağını biliyoruz. Bunun için zaten bu mektubu yazmış olduk. Tekrar </span><span style="font-family: inherit;">teşekkürler… Sana ve bu müziği yapan herkese teşekkürler… İyi ki varsınız (:</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" class="YOUTUBE-iframe-video" data-thumbnail-src="https://i.ytimg.com/vi/Yn_g40iRi90/0.jpg" frameborder="0" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/Yn_g40iRi90?feature=player_embedded" width="320"></iframe></div>
<span style="font-family: inherit;">
<br />Uyumayanses - Mjora ...2015…</span></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-12531876282048828612015-10-04T10:43:00.001-07:002015-10-04T10:43:20.739-07:00Göz yaşı<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; line-height: normal;">
Bu sarı çizginin arkasında huzur yatıyor. Pütürlü yüzeyi ayağımı gıdıklıyor, yüzüme neşe saçıyor. Yüzümdeki kaslar hareket ediyor ve gülümsüyorum. Yıllardır sahip olduğum bu kaslara hiç ihtiyaç duymamışım. Süregelen hayatı sıradan ve durağan geçirmişim. Bunu ben söylemiyorum, hayır. Bunu yüzüm söylüyor. Yürüdüğüm yolda ise tek bir gerçeklik var: o da aşk. Aşkı irrasyonel bir kavram olarak gören ruhum, kendinden geçmiş. Beynimin tek bir isteği var: yola devam etmek. Bir adım.. Bir adım daha.. Adımlarımın ardı kesilmiyor, koşmaya başlıyorum. Adeta kendimi <i>Trainspotting’in</i> sahnesinde buluyorum; lakin bilinçsizliğim nedeni aldığım bol yan etkili, ücra köşelerde satılan uyuşturuculardan değil. Kendimi sıra dışı ve öteki hissediyorum. Gözlerimi kapatıp burnuma gelen kokuları def ediyorum. Yanlış bir dil konuşuyorum ve nefesimi düzenliyorum. Kapılar açılıyor önümde birer birer ve sonunda arzuladığım kapıdan geçip aşka kavuşuyorum. Ağlıyor. Aramızdaki soğukluk, odanın soğukluğu ile yarışır halde beni karşılıyor ve aşkıma sahip oluyorum. Ona dokunur dokunmaz sıcaklığını hissedebiliyorum. Hayat çok çabuk değişiyor. İnsanlar ise hep sabit kalıyor. Sadece geride kalan olmadığım için böylesine dik durabildiğimi biliyorum. Göz yaşlarımın dışa vurulmaması bu sebepten. Yoksa bir an duramam, yanaklarımdan yavaşça salardım onları. Geriye bakarken hep o paylaştığımız yatak geliyor aklımda. Bir başına kalınan ve üzerinde nice göz yaşları dökülmüş yatak. Seni hiç unutmayacağım.</div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-28675119326143259392015-09-07T12:32:00.000-07:002015-09-07T12:32:07.178-07:00Yeni CanavarDüğmeye basıyorum ve saymaya başlıyorum. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz; siyah ekran yerini gri ekrana bıraktı; on, on bir, on iki, on üç; mavi bir ekran beliriyor; on dört, on beş, on altı, on yedi, on sekiz; ünlü pencereler görünüyor; on dokuz, yirmi, yirmi bir; pencereler yok oluyor ve masaüstü beliriyor; yirmi iki, yirmi üç, yirmi dört; masaüstü simgeleri çıkıyor; yirmi beş, yirmi altı, yirmi yedi, yirmi sekiz; sağ alttaki ne olduğunu bilmediğim simgeler doğuyor, kayboluyor; yirmi dokuz, otuz, otuz bir, otuz iki, otuz üç; anti-virüs devreye giriyor ve bu esnada fare ile bilgisayar imgesine tıklıyorum, ama cevap gelmiyor ve bunun üzerine dört kez daha bilgisayar imgesine tıklıyorum; otuz dört, otuz beş, otuz altı... elli dört, elli beş ve sonunda klasörler açılıyor. Varmak istediğim yere neredeyse bir dakika sonra eriştim. Tam da bu anda bilgisayarın kapağını çarparak bilgisayar hazretlerini uyku moduna aldım. Çünkü kendisi hâlâ uykuda ve bunun farkında değil. Sabah okula gitmemek için annesine "beş dakika daha" diye yalvarırcasına uyumaya çalışan haylaz bir öğrenci edasında hayatını idame ettiriyor. Bana göre tüm eşyaların özel hayatı var. Zihnimde onları konuşurken veya yemek yerken hayal ediyorum. Bu yüzden bilgisayarıma istediği uykuyu hediye ediyorum ve dışarı çıkarken onu da çantama atıp götürüyorum. Çünkü kendisi bir bebek gibi dışarıda gezdirilirken uyumaya bayılır.<br />
<br />
Tabelada "eski bilgisayarınızı getirin, yeni bilgisayarınızı götürün" yazıyor. Kapıdan içeri dalıyorum ve beni bir dallama karşılıyor. Radyasyon içinde beklemekten beyni yanmış, tek gözü yarım kapalı, ağzı yayık, buram buram deodorant kokuyor, elleri arkasında beni karşılıyor. Aklıma bazı temel eğitim dersleri geliyor. Elleri arkasında duran ve benimle konuşan, cevap olarak başını ileri geri hareket ettiren zavallı insan. Merhaba! Çantamdan bilgisayarımı çıkartıp "işte bu eski bilgisayarım, yeni bir bilgisayar istiyorum" diyorum. Elimden bilgisayarı alıp bir masaya götürüyor, bilgisayarı incelemeye başlıyor. Sonucunda "100 lira" diyor. "Süper! Alıyorum, şu güzel, şunu alıyorum" diyorum. Yüzüme ters ters bakıyor. Beyefendi, diyor. "Bilgisayarınız 100 lira eder en fazla" diyor. Hatırladığım kadarıyla geçen yaz bu cihazı 1349 liraya almıştım. Şu anki eder değeri 100 lira. Kapitalizme ve birçok adını bilmediğim -izm'e küfür ediyorum.<br />
<br />
Nihayetinde bir bilgisayar beğeniyorum, fiyatı 3000 lira. Dallamanın söylediğine göre kendisi bir "Canavar". Neyi Canavar bilmiyorum ama anladığım kadarıyla çok hızlı, ben daha tuşlara basmadan internet tarayıcısını açıyor olmalı. Bilgisayar bana 2905 liraya geliyor. Git gel 5 lira da yola vermiştim, hesaba onu da katıyorum. Eve varır varmaz, bilgisayarın kapağını açıyorum ve "power" tuşuna basıyorum. Elma parlıyor. Bir, iki, üç ve açılıyor. Canavar'a bakıyorum. Şu an karşımda gerçekten bir Canavar var, gözlerime inanamıyorum. Normal zamanda bilgisayarın açma düğmesine basıp o açılana kadar çişe gittiğim için şu an çişimi hâlâ tutuyorum. Anlaşılan o ki bu Canavar'ı açmadan önce o sorunumu gidermeliyim.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwmmz7dgL34ilHRflnXYa0LGGdG5zhJsyqbzRw0PTvNeXNxpjxRRf3-rumTqs_iKP7Qy45RJ1i22AK01JVBzEeX7hReVlri6Y49VleiBVkWtvDTYuWW4A1Tj8x0PqLYzYF1ZEk-S0fUA/s1600/Wind-photography.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwmmz7dgL34ilHRflnXYa0LGGdG5zhJsyqbzRw0PTvNeXNxpjxRRf3-rumTqs_iKP7Qy45RJ1i22AK01JVBzEeX7hReVlri6Y49VleiBVkWtvDTYuWW4A1Tj8x0PqLYzYF1ZEk-S0fUA/s320/Wind-photography.jpg" width="320" /></a></div>
Canavar ile tam 2 ayımızı devirdik. Her şey çok güzel gidiyordu, lakin bir gün işten eve döndüğümde kapımın yarı açık durduğunu ve içeri girdiğimde de Canavarımın ve birçok orta halli cihazımızın çalındığını gördüm. Polisi aradım, ilanlar verdim; ama nafile.. O günden beri kendimi yalnız hissediyorum. 37 ekran televizyonum ve siyah beyaz telefonum ile hayatımı sürdürüyorum. Bu durumu gören arkadaşlarım bana yardım eli uzatıyor. Beni evlerine çağırıyor, ben de akıllı telefonlarını kısa süreliğine ele geçirip oyun oynuyorum, tabletleriyle internette geziniyorum. Bu yaşamım yaklaşık bir yıl sürdü ve nihayetinde para biriktirdim, artık bir bilgisayar alabilirdim. Arkadaşımın bilgisayarında ilanlara bakarken gözüme bir ilan takıldı: "ACİL çok temiz ikinci el bilgisayar adeta bu bir Canavar!". İlana girdim ve açıklamayı okudum: "Çok bir açıklama yazmayacağım, bilen bilir, bu bilgisayar adeta bir CANAVAR. Bir iki üç ve bam! Bilgisayar hali hazırda kullanımınızda.. O an kıpkırmızı olduğumu ve sinirden ellerimin titrediğini hissettim. Aklıma mağazadaki dallama geldi. İstediği olmuştu. Artık gerçek bir Canavar yaratmıştı.Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-56043523519931699252015-08-17T11:58:00.000-07:002015-08-17T12:04:43.734-07:00Aradaki Fark<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<u>Yenikapı - Atatürk Havalimanı Metro Hattı</u><span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span><u>Yenikapı - Hacıosman Metro Hattı</u></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Eskidir<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span> Teknolojik alettir</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Ama 3g çeker<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span> Ama şebeke bile çekmez</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Aksaray ve Şirinevler’e gider<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span> Taksim ve Nişantaşı’na gider</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Ter kokar<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span> Parfüm kokar</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Dörtlü gruplar halinde oturulmaya elverişlidir<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span>Karşılıklı, göz göze seyahate uygundur</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Sıkış tıkıştır<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span> Bir nebze hareket alanı mevcuttur</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Dışarıyı seyredebilirsin<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span> Yerin dibinde gider, bir yer göremezsin</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Suriyeli ve Arap işgali altındadır<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span> Elit ve Gezici kontrolü altındadır</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Kulaklıksız seyahat edilemez<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span> İsteğe bağlı kulaklık kullanılabilir</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; text-align: center;">
</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Mecbur kalınmadıkça binilmemelidir<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span>Ulaşım için tercih sebebidir</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqI4g6IpNXuh2uebFJUAbJ5ZCup0bkzi68H13XpzVxReEz149M3K-7EQ6X-WstFxAj8wfkhP4yHF5IciULohlX3FnYJlbAz6i0yp1IxxXQlYlHmfxY-ihOFA3Cvynuh8VxeBbP8oldZQ/s1600/Metro.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="109" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqI4g6IpNXuh2uebFJUAbJ5ZCup0bkzi68H13XpzVxReEz149M3K-7EQ6X-WstFxAj8wfkhP4yHF5IciULohlX3FnYJlbAz6i0yp1IxxXQlYlHmfxY-ihOFA3Cvynuh8VxeBbP8oldZQ/s400/Metro.png" width="400" /></a></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-24657820520743818222015-06-03T13:07:00.002-07:002015-06-03T13:07:21.918-07:00Terk<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<i>Hiç “hata kimde?” diye sordun mu kendine? Bence, hayır.</i> Dün gece televizyon karşısında başlayan ve sabaha kadar süren uykusuzluk halinin gözüne yansıttığı kızarıklık etkisiyle bir başına oturup <i>Arjantin</i> bardağını kafaya dikti. <i>Dimebag Darrell</i> eşliğinde bardaklarını kafaya diken insanlar topluluğunun oluşturduğu izbe bir mekanda arkadaşımın söylediklerini duymaya çalışıyordum. Mekan siyah, insanlar siyah, bira (ucuz)açık sarı ve ben takım elbiseliyim. Oldum olası sigara içen insanları anlamaya çalıştım. Sigara içmeyi denedim; ama sevemedim. Sevilesi olduğundan değil, bağımlılık hissiyatını merak ettim. Arkadaşım sigarasının dumanını suratıma üflediğinde nefretimin pekiştiğini anladım. Suratımı buruşturup kendimi geri çektim, bu sefer de arkadaki dumanlı hava sahasına takıldım. Nefes alamadığımı söyleyip dışarı çıktım.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<i>Bir hata beraberinde diğer bir hatayı getiriyor ve bu da hatalar döngüsünü yaratıyor. </i>Mekana geri döndüğümde arkadaşım yeni sigarasını yakıyordu ve bana bakıp “ben nasıl böyle bir şey yaptım?” diye sordu. Cevap beklediğinden değil; ama yine de cevap verdim. “Salaksın da ondan” cevabımı beğenmedi. Az önceki suratımın hali arkadaşıma geçti. Isınmış birasını kafasına dikip bitirdi ve bardağın dibinden göz göze geldik. Birbirine bakan iki kişi sizi yanıltmasın, ikimiz de bardağın altındaki “hatalıysan iç” yazısına bakıyorduk. Anlaşılan iç iç bitmeyecek bir gece bizi bekliyordu. Arkadaşım gülümsedi ve bir bira daha istedi. Onu hiç aldatmamalıydım, dedi. Or.spu çocuğu, dedim yüzüne bakarak. Sanırım ettiğim küfürler onda bir etki yaratmıyordu. Arkadaşlar arası şahsa edilen küfürler etkisiz eleman görevi görüyordu. Aileye geçilmesi ve işin içine anne, baba, yenge gibi bireyler katılması ise kavga başlatma sebebiydi. O yüzden o kadar ileri gitmiyordum. Arkadaşım 7 sene 4 ay 3 günlük ilişkisini hiçe sayarak gidip bir kızla birlikte olmuştu. Pişmanlık duyduğunu söylese de dediklerine inanmıyordum. Telefonunu çıkardı cebinden, kız arkadaşını aradı, buraya gelmesini söyledi. Sanırım onu öperek, ona sarılıp onu ne kadar sevdiğini söyleyerek hüznünü dindirecekti; ama acısı içinde yer edecekti ve hiç gitmeyecekti. Ona her dokunduğunda yediği boku hatırlayacaktı ya da ben öyle olmasını diliyordum. Sanırım son söylediğim geçerli.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBa5mUgleRrhgjv-NHXKvVRfFkaETLlxqCoGA_gajdGB1qrJvVXDZyDovWhj8qIbm0ads-9eO1lJfUb4EV-9P335VJP8r9IQaKEzZb6xFVhpLvgP_D8ne0c405YLUqWRjeEbPOkkVKBg/s1600/IMG_1404.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="251" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBa5mUgleRrhgjv-NHXKvVRfFkaETLlxqCoGA_gajdGB1qrJvVXDZyDovWhj8qIbm0ads-9eO1lJfUb4EV-9P335VJP8r9IQaKEzZb6xFVhpLvgP_D8ne0c405YLUqWRjeEbPOkkVKBg/s320/IMG_1404.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<i>Hatalar döngüsü ise sonucunda mutsuzluğu doğuruyor.</i> Öpüşüyorlar.. Durmaksızın.. Arada dillerini görüyorum, gözümü kaçırıyorum ama karşımdalar, ne yapabilirim? Arkadaşım elini aşağı indiriyor, o açıdan görmediğimi düşünüyor ama kız arkadaşının bacak arasında sürtünmeden dolayı ateş çıkarıyor, görüyorum. Kız ise arada bir bu durumun hoşuna gittiğini göstererek öpüşmelerine es verip nefesini arkadaşımın ağzına veriyor. Bildiğin sevişiyorlar karşımda. Öpüşmelerinden doğan dudak sesleri <i>Pantera</i>’nın içinde boğuluyor. Hafiften kravatımı açıyorum. Senelerdir öpüşmedim. Ayağa kalkıyorum hızlıca ve dönüp tuvalete gitmem gerektiğini söylüyorum. Duymuyorlar beni. Dün gece başkasıyla gönül eğlendiren arkadaşım hiçbir şey olmamış gibi, şehvetle kız arkadaşını öperek bu loş ve pis kokan mekanda onu kendinden geçiriyor. Tuvalete gidiyorum. Kapıdan geçmeden dönüp arkama bakıyorum, arkadaşımın elleri kız arkadaşının göğsünde yer edinmiş, yeni bir ateş peşinde koşuyor. Tuvalette telefonumu çıkartıyorum ve mesaj sekmesine giriyorum.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<i>Hatayı kabul etmek en büyük erdemdir, dostum.. Durma! İtiraf et!</i></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Alıcı:Seval</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Mesaj: Erkek arkadaşın seni dün aldattı. Hem de bir orospuyla.. Bir düşman.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<br />
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Göndere basıyorum ve mesaj uçup gidiyor. Çişimi yapıp masaya geri dönüyorum. Sevişmelerinin bitmesi beni mutlu ediyor. Doğru bir davranışta bulunduğumu düşünüyorum. Kızın bunu bilmesi gerekiyor. Gerçi bu şekilde olmasaydı daha iyi olabilirdi, her neyse.. İkisi de gelen mesajı okuyorlar. Arkadaşım bir kez daha okuyor mesajı ve yutkunuyor. “Allah belanı versin” sahnesini bekliyorum. Yüzüm gülüyor. Seval numaraya bakıyor, tanıyamıyor. Şirket telefonum ilk kez işe yaradı. Mutluluktan uçuyorum. Seval telefonunu kulağına götürüyor. Hayır! Olamaz! Bir dakika! Yoksa? Beni arıyor. Kafamdan vurulmuşa dönüyorum. O gümbür gümbür müziğin içinden telefonum çalıyor ve ikisi de bana bakıyor. Yavaşça telefonumu cebimden çıkarıp aramayı meşgule atıyorum. “Evet Seval, bu piç seni aldatıyor” diyorum ve ayağa kalkıyorum. Gözlerimi kapattığımda kendimi sahnede buluyorum ve arkadaşım kafama tam 3 mermi sıkıyor. Oracıkta ölüyorum.</div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-5791329780693235002015-04-21T13:43:00.000-07:002015-04-21T13:43:10.976-07:00Salt<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: 'Helvetica Neue'; min-height: 14px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial;">Soğuk su önce boynuma çarpıyor, tüylerim diken diken oluyor. Sıcak vücudum, bu çıkagelen soğuk suya henüz alışkın değil, içim ürperiyor. Kafam hâlâ meşgul. Gözlerimi kapattığımda kendimi <i>Sorrento’da</i> ayağıma çarpan dalgalara bakarken buluyorum. Huzuru kovalıyorum. Su bir anda ısınıyor ve suyun altından kaçıyorum. İçi su dolu ufak bir tenceredeki kurbağa gibiyim. Tencerenin altında kısık ama istikrarlı yanan alev, suyumu ısıtıyor; lakin ben bunun farkında değilim ve yandığımı görmekten acizim. Buharlar yayarak gidere süzülen suya takılıyor gözlerim. Su, saatin ters yönünde kayboluyor gözlerimin önünden. Evet, çok uzaklarda, Dünya’yı ayıran o hayali çizginin güneyindeyim ve <i>Coriolis</i>, bulduğu bu fikriyle bana banyomda eşlik ediyor. <b>Bazı şeyler kafamdan hiç gitmiyor</b>. Bornozumu sırtıma asıp kollarımı içeride saklıyorum. Derebeyi gibiyim. Aklıma Bahadır geliyor. Ranzada yatıyorum ve o içeri giriyor. Beyaz bornozu üzerinde. Her erkek gibi banyodan çıkarken saçlarını havaya dikmiş, bana gülümsüyor. Yine güneydeyim; lakin bu sefer çizginin kuzeyinde, hayatımın tam da ortasındayım. “Bornoz gibi bir rahatlık var mı ya? Bak giyiyorsun, üşümüyorsun, mis gibi, rahat, şuna bak!” diyor Bahadır. Kollarımı bornozumun içinden geçirirken Bahadır’ı düşünüyorum. Hasta Beşiktaşlı. Kombine bilet alabilmek için çalışmaya gelmiş. Kimisi ekmek parası peşinde, o ise aşk peşinde.</span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: 'Helvetica Neue'; min-height: 14px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: 'Helvetica Neue';">
Yatağıma uzanıyorum, havada bir sıkıntı var, “havanın ardı bozuk”. Babamın fıkrası geliyor aklıma. Bazı şeyler kafamdan hiç gitmiyor. Gülümsüyorum. Meyve tabağı yapıyorum kendime. Hepsi de serinletici ve sulu sulu meyveler. Az önce yanan vücudumun içten içe acısını alıyorlar sanki. Kendimi rahatlamış hissediyorum. Muzu soyuyorum, “sana wafflecı gibi muz dilimliyim mi?” diye soruyor Efe. Dilimle bakalım, diyorum. Muzun kabuğunun yarısını çıkartıyor ve bir bıçak yardımıyla yatay şekilde ince ince dilimliyor muzu. Hoşuma gidiyor; ama bu sefer muzu ısırarak yiyorum. Kabuğunu da yatağımdan çöp tenekesine fırlatıyorum. Tam isabet!</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: 'Helvetica Neue'; min-height: 14px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: 'Helvetica Neue';">
Yatağımda öyle uyuyakalmışım. Her yerim uyuşmuş ve üşümüşüm. Bornoz hâlâ üzerimde ve ayaklarım buz gibi. Zar zor kalkıyorum ayağa. Boynum tutulmuş. Üstümü giyip bilgisayarımı kucağıma alıyorum. Şifre istiyor. İlkinde yanlış giriyorum. Niçin bu kadar uzun şifreler kullanıyorum sanki? Neyse ki ikinci denemede şifremi doğru girebiliyorum. En azından kod girmek zorunda kalmadım. Öyle olsaydı onu da başaramayacağımı çok iyi biliyorum ve iyi de hatırlıyorum o ezik büzük harfleri ve sayıları girmenin ne kadar zor olduğunu. Sıfır mı yoksa “o” harfi mi belli olmayan karakterler. Muhtemelen yine yanlış girecektim ve Gökhan diyecekti ki “ohoooo daha şuradaki 4 karakteri doğru yazamıyorsun, bırak kardeşim şu klavyeyi”.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSz-e_0KswVadEvQbomO9Vpbz5iF8iZpPYhSOAMfGAzjNS3n2qU8xdSWd8ayQfqraNaRscIHGbMINzjzgL0HdWNzpm0OksaqF3IQkkXtSkxt6T5LeZx1P_At2D0g1BnMMoP6ouqrnrjg/s1600/Donnie-Darko-donnie-darko-18684710-1600-900.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSz-e_0KswVadEvQbomO9Vpbz5iF8iZpPYhSOAMfGAzjNS3n2qU8xdSWd8ayQfqraNaRscIHGbMINzjzgL0HdWNzpm0OksaqF3IQkkXtSkxt6T5LeZx1P_At2D0g1BnMMoP6ouqrnrjg/s1600/Donnie-Darko-donnie-darko-18684710-1600-900.jpg" height="180" width="320" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: 'Helvetica Neue'; min-height: 14px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial;">Uzun süre işlerimi yapıyorum bilgisayarımda. 3 saat 14 dakika olmuş. Zaman ne çabuk geçiyor. Gözüme masamdaki not takılıyor. Kız arkadaşım çıkmadan yazmış. Yazısına bakıyorum. Bazı şeyler kafamdan hiç gitmiyor. Yazın ne kadar güzel diyor kadın. Teşekkür ediyorum. Yazımı beğenmesi hoşuma gidiyor. Bir dahaki sefere farklı bir yazı stiliyle karşısına çıkmalıyım. Böylece katilin ben olduğumu anlayamazlar. Donnie Darko. 2001.</span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: 'Helvetica Neue'; min-height: 14px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: 'Helvetica Neue';">
Dediğim gibi, kafam hep meşgul ve onlar hep kafamda, benimle yaşamaya devam ediyorlar.</div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-54496648728846144632015-03-10T12:26:00.000-07:002015-03-10T12:26:03.876-07:00Damla<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Tıp.. Tıp.. Tıp.. Tıp.. Tıp..</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Gözlerimi ovuşturuyorum. Yatakta bir o yana, bir bu yana dönüyorum. Yankı devam ediyor. Bu gece tam 93 gün oluyordu. Hayır, yanağıma değen duvara çentik atmıyorum. Sadece biliyorum işte.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Tıp.. Tıp.. Tıp..</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
94. güne uyandım ve uyanır uyanmaz telefonuma sarıldım. Günaydın, dedi hattın ucundaki ses. 94 gündür gün doğmuyordu bana. Çünkü uykumu alamıyordum, inadımın nedenini bilmiyordum. Günaydın, dedim. Beklenildiği gibi uzun sürmedi telefon konuşmamız. Bir saat aralığına karar kıldık ve birbirimize iyi günler diledik. Yüzümü yıkamadan mutfağa geçip dolaptan yarım kalan bir litrelik kolayı çıkarttım. Kapağını açtım, “fısssss” etti; ama bir koladan istenen asit köpürmesini göremedim. Gazı kaçmış, şekerli kara suyu kafaya diktim. Soğuk soğuk aktı boğazımdan. Salona geçip üçlü koltuğa uzandım. Dışarıyı izledim. Evin sessizliği hoşuma gidiyordu. Pencerenin camına ağaç dalları çarpıyordu. 28 dakika 42 saniye boyunca nefes alıp verdim bilinçli olarak. Bilincimi kaybetmemi zilin çalması sağladı. Nefesimi kendi haline bıraktım. Kapıya yöneldim.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Bundan 94 gün önce de aynı şekilde kapıyı açmış ve eski arkadaşımı içeri buyur etmiştim. Kısa bir muhabbetten sonra tuvaleti kullanmış, muhabbete geri döndüğünde sifonumun çalışmadığını söylemişti. O gelene kadar süren mutlu hayatım sifon sorunuyla baltalanmıştı. Normalde gelen su faturası 20 liradan, 70 liraya; zamanla da 70 liradan, 90 liraya çıkmıştı. Dolardan hızlı yükseliyordu gelen su faturası ücreti. Önünü alamıyordum. Kafamda küçük bir hesap yapmıştım. Tesisatçı çağırmanın bedeli 50 liraydı, sifonun değişmesi gerektiğinde yeni sifona ödenecek ücret 100 liraydı. İşçilik bedelini de minimum 30 liradan tutsak, toplamda 180 liralık bir masraf beni bekliyordu. Akan suyun getireceği su farkı, tesisatçıya ödeyeceğim parayı geçmeyeceğini kiracı aklımla hesaplamıştım. Yakın zamanda evden çıkacağımı da göz önünde bulunduruyordum. Bir önceki gece işten dönüp su faturasının 100 lira geldiğini görünce başımdan aşağı taharet musluğundan leş gibi su dökülmüştü resmen.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi90Y74BVjKEU6f6SUvkN0SfWkCHgmkBI4qfg_gslBIWAPpb6oiR2lRu6gSM-OMIzvffEwnhiacv8A6F-09NBQYX_oiqkhemWr223uX71xAJtVKSDnmpfpatKI18HkckNWOP6nq1S2r6g/s1600/water_drop_by_corinajoy-d302qas.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi90Y74BVjKEU6f6SUvkN0SfWkCHgmkBI4qfg_gslBIWAPpb6oiR2lRu6gSM-OMIzvffEwnhiacv8A6F-09NBQYX_oiqkhemWr223uX71xAJtVKSDnmpfpatKI18HkckNWOP6nq1S2r6g/s1600/water_drop_by_corinajoy-d302qas.jpg" height="187" width="320" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial;">Karşımda tesisatçı, Sihir markalı sifon ile duruyordu. Yüzündeki mutluluktan paramı nasıl hortumlayacağını az çok kestirebiliyordum. 3 ayda fazladan ödediğim 200 lira üzerine bir 180 lira daha geliyordu ve masraf, geliyorum demezdi. Tesisatçıya tuvaleti gösterdim ve onu orada kendi haline bıraktım. İsterse tuvaleti komple yıkıp yeniden yapsın, umurumda değildi. Sadece bu geceyi huzurlu ve sessiz geçirmek istiyordum. O işini yaparken ben de mutfakta bir ton balıklı sandviç hazırladım kendime. Kolayı da bitirdiğim için dolapta sadece Russki Standart vodka vardı. Kuru kuru yedim sandviçi. Yerken de Ntvspor’da maç özetlerini izledim. İçeriden “güüüüm” diye nitelendirebileceğim ölçüde bir ses geldi. Tuvalete gittiğimde ağzım açık kaldı. Tesisatçı yerde bayılmış yatıyordu. Zira bayılmamış da olsa bana baktığında ağzımın içinde göreceği bulamaç ton balıklı sandviç ile güzelce bayılabilirdi.</span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Kendimi hastanede buldum. Neyi oluyorsunuz, diye sordular. Anlatmak çok zor geliyordu. Arkadaşıyım diyordum. Ben içerideyken başını klozetin altına sokup hızlıca kalkarak bir yere vurmuş olmalı diye düşündüm. Kafasındaki bu şişliğin başka bir açıklaması olamazdı. İnliyordu adamcağız. Ağrısı vardı belli ki.. Telefonunun şarjı bitmiş, kimseye haber veremedik. Geç oldu, ayrılamadım adamın yanından. Refakatçi koltuğuna oturdum. Bizim tesisatçı uyuyordu. Gözlerimi kapadım, yorulmuştum koşturmacada. O ses geldi:</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Tıp.. Tıp.. Tıp.. Tıp..</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<br />
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Hızlıca kalkıp tuvaletin kapısını tekmeledim ve nefesimi tutup dinledim. Hayır, ses yoktu. Anlam veremedim. Koltuğuma geri döndüm. Sesi yine duyuyordum.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Tıp.. Tıp..</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Başımı hafif yukarı kaldırdım. Tesisatçının damarına bağlanan hortumu takip ettim ve ağrı kesiciyle göz göze geldim. Damla damla akıyordu. Uyuyamıyordum.</div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-27507973765463893472015-01-17T10:39:00.002-08:002015-01-17T10:39:32.914-08:00Düşler Müziği<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Gözlerimi kapattığımda karşımdaki coşkulu kalabalığı görüyorum. Birkaç ülkenin bayrağı dalgalanıyor içlerinde. Sarı ve kırmızılar, mavi ve yeşiller, çeşitli semboller ve yıldızlar. Tam seçemiyorum onları, hangi ülkeyi temsil ediyorlar, düşünemiyorum. Bir genç çocuk var güruhun tam ortasında. Üstünde atlet, kafasında şapka var. Şapkayı ters takmış. Buraya gelirken kavurucu sıcağın altında şapkanın düz takıldığını, akşama doğru ilerledikçe ve hava serinledikçe şapkanın yana döndüğünü ve tam şu anda, ışıklar kapanıp tekrardan açıldığında, o kısacak arada, şapkasının arkaya baktığını hayal ediyorum. Şapka olması gereken yönde ve herkes halinden memnun. Burnuma bir koku geliyor, ter kokusu. Kendimden geliyor olmalı. Bu büyük heyecanlar öncesi yaşadığım gerginlik beni hep terletir. Ellerim titrer, soğuk soğuk terlerim hasta gibi. Vücudumu iyi tanıyorum, o yüzden çok sorgulamıyorum. Müzik, yankılanmaya devam ediyor. İki kişi geliyor yanıma ve konuşmaya başlıyorlar. Sanırım kullandığım ekipmanlar hakkında konuşuyorlar. Kafamdaki kulaklıktan net duyamıyorum söylediklerini. Hâlâ terliyorum. Rahatsız edici bir koku var içeride ve iki kişi konuşmaya devam ediyor. Bir ara müziği yavaşlatıyorum, ruhun dinlenmesi gereken zaman geldi çünkü. Böyle yavaşlayıp yükselen ritimler nedense insana haz veriyor. Hışır hışır kağıt sesleri içerisinde doğru düğmeleri arıyorum. Gecenin karanlığında, loş ışığın altında neyin nerede olduğunu bulmak gerçekten beceri gerektiriyor ve ben bu beceriye sahibim. Sahip olmasam önümdeki sonu belli olmayan kitleye sahip olamazdım diye düşünüyorum. Kalem ve kağıt sesleri geliyor arkamdan. Sanırım ekibim çalma listemi düzenliyor. Boşuna uğraşıyorlar, hepsi aklımda. Kağıt israfına bu evrenin ihtiyacı yok, benim gibi insanlara ihtiyacı var. Robot-vari bir ses geliyor tam üstümden. Yukarı bakıyorum ama göremiyorum. Bu ses benden gelmedi. Benim müziğimde böyle kötü bir notaya sahip ses yer alamaz. Anlam veremiyorum. Olduğum yerde sıkıştığımı hissediyorum. Etrafımda kimse yok, ama içim daralıyor. Nefes alamıyorum. Havaya ihtiyacım var. Hava alamıyorum. Çırpınıyorum ve müziğim yok oluyor. Yavaş yavaş yok olduğunu duyabiliyorum ve gözlerimi açıyor.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgw3tjiJzvVcIN4PdVIv_G2KF15zdIUEWETiQyoNo8wIGD48zSdbrHFd6BPrp77mxhh7jdT9t9L9i_dtNUL9UINQOUEBp2IB7WyUW35IGZyUqeIWTzH3Mq6jPVzyAnoC5Zy2Etegh19jA/s1600/Colorful-Music-Wallpapers-93.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgw3tjiJzvVcIN4PdVIv_G2KF15zdIUEWETiQyoNo8wIGD48zSdbrHFd6BPrp77mxhh7jdT9t9L9i_dtNUL9UINQOUEBp2IB7WyUW35IGZyUqeIWTzH3Mq6jPVzyAnoC5Zy2Etegh19jA/s1600/Colorful-Music-Wallpapers-93.jpg" height="180" width="320" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial;">Orta yaşlarda bir adam gözlerimin içine bakıyor. “Şunun sesini biraz kıs, delikanlı!” diyor. Elinde kulaklığım var. İşaret parmağıyla tutmuş, sallandırıyor ucunda kulaklığı. Göz bebeklerim büyüyüp küçülüyor. “Taa.. tamam” diyebiliyorum. Elinden kapıyorum kulaklığımı. Telefonumdan müziği durduruyorum, kulaklığı kafama takmadan boynuma koyuyorum. Kalın montum resmen üstüme yapışmış. Ter kokumu hissedebiliyorum. Etrafıma bakıyorum. İki kız var yanımda, dedikodu yapıyorlar. Sevgilisine aldığı pahalı saati aslında bir önceki sevgilisine aldığını, fakat zamansız ayrılıklarından dolayı saati bekletip yeni sevgilisine verdiğini öğreniyorum. Hemen arkamda bir genç, önünde sınav testleri ile oturuyor. Elindeki kurşun kalemin arkasını dişliyor. Sanırım soruyu çözemezse, çözünce de sonlandırabileceği bir kalemi olmayacak. Araç yavaşlıyor. Sonraki istasyon: Şirinevler.. Sayın yolcularımız Aksaray-Havalimanına devam edecek yolcularımızın Şirinevler istasyonunda…” diye sinir bozucu bir ses geliyor başımın üstünden. Yüzümü ekşitiyorum. Susması için cebimdeki bütün parayı verebilirim. Ayağa kalkıyorum, sesten uzaklaşmam gerek. Hızlı kalkıyorum yerimden sanırım ve birine vuruyorum. “Özür dilerim” diyorum. Çocuk kafasını çeviriyor. “Önemli değil” diyor. Yüzü bana bakıyor, şapkası ise tam tersi yöne..</span></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-174323061523376172014-12-16T02:57:00.001-08:002014-12-16T02:57:51.391-08:00Günah<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
“Çantan kendinden büyük” denilen dönemi biraz aştığımı iyi hatırlıyorum. Sol elimde şemsiyem, sağ elimde beyaz resim çantası ve sırtımda çantam ile bir tufanın içinde evime ulaşmaya çalışıyorum. Beyaz resim çantasını evine taşıyan ender öğrencilerdenim. Genelde onun yeri sınıftaki dolabın üstüdür. Sadece resim dersinden yerinden kaldırılır ve bir hafta boyunca orada bekler. Tek demiri kırık şemsiyem yağmura karşı duruşumun tek simgesi diyebilirim. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor; lakin o zaman “boşalırcasına” sanırdım. Aradan uzun zaman geçtiği için de yağmuru abartıyor olabilirim. Hikayenin değer kazanması için sınırlarda gezmem gerekiyor, biliyorsunuz, yoksa şu an sayfayı kapatıp gidebilirsiniz. Haluk’u görüyorum uzaktan. Böylesine yağmurda onu görebilmem size abes gelebilir, gelmesin. Haluk’un çilli bir yüzü ve kızıl saçları var. Fark etmek çok da güç değil. Gel, hareketi yapıyor bana. Yağmurun altında bekliyor tek başına. Çölün ortasındaki bir vaha gibi parlıyor boş arazide. Etrafta kimse yok ikimizden başka. Yavaş adımlarla yanına varıyorum. Niçin yanına gittiğimi hatırlamıyorum. Hikayenin devamındaki hayırsız insan tavırlarımdan da bu hareketimin, sadece ve sadece bu hikayenin gerçekten de bir hikayeye dönüşebilmesi için gerçekleştirdiğime şu an kanaat getirdim. Evet, kesinlikle böyle olmuştur. Yoksa ben yolumu değiştirip Haluk’a gidecek bir insan değilim. Haluk her şey çok normalmiş gibi “naber la?” diye sordu. Yerel halk. Buranın ağzı bu. Neredeyim, anladınız. İyi, dedim. Çocuğum daha. Kısa cevaplar ve karşılıksız cümleler kurmanın ayıp olduğunu bilmediğim dönemimdeyim. Yağmur aynı şiddetle yağmaya devam ediyor. Peki Haluk bu vakitte burada ne yapıyor? Hiçbir fikrim yok. Sormuyorum zaten. Siz de öğrenemeyeceksiniz. Garip bir teklif geliyor Haluk’tan. “Ayakkabımı bağlar mısın la? Ben eğilemiyorum..” Kurduğu cümlenin saçmalığı, yolumu değiştirip gelmem kadar saçma. Mantıklı bir şey isteseydi, şaşardım. Ayakkabılarına bakıyorum. Suyun içinde. Tekinin bağcığı çözülmüş ve yağmurun oluşturduğu yapay gölette yüzüyor. Tamam, diyorum. Eğiliyorum. Şemsiyeni ben tutayım ver, diyor ve sırıtıyor. Kafanızda bir şimşek çaktı, öyle değil mi? Aynısı bana da oldu. Emin olabilirsiniz. İnce ve zayıf olmanın atikliği ile herhalde, anında Haluk’tan kaçıyorum. Arkama bakmadan koşuyorum. Bağırıyor “lan nereye gidiyorsun?” diye. Şemsiyeyi kafamın üstünde tutmaya çalışarak koşuyorum. Köşeyi dönmeden duruyorum ve arkama bakıyorum. Haluk milim kımıldamamış. Yağmurun altında bekliyor ve bana bakıyor. Koşmaya devam ediyorum. Gideceğim yolun etrafından dolanıyorum ki beni bulamasın. İnsan beyni çok hızlı çalışıyor. Yeterli mesafe kat ettiğimi düşündüğüm zaman biraz yavaşlıyorum ve hızlı adımlarla yürümeye başlıyorum artık. Bir el kolumu yakalıyor.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Tahmin ettiğiniz gibi elin sahibi Haluk değil. Hayır, bu bir korku filmi de değil. Başımı çevirdiğimde benim boylarımda genç bir kız görüyorum. Kırmızı şemsiyesiyle bana gülümsüyor. Kalbim hızlı hızlı atıyor. Koşmuyor olmama rağmen kalbim güm güm atmaya devam ediyor; ama hayır bunun adına aşk da denmiyor. Bu bir aşk filmi değil çünkü. Sadece adrenalin etkisi vücudumda devam ediyor. Kız benden yol tarifi istiyor. Tuhaf bir gün geçiriyorum gerçekten. Yolumun üzerinde olduğunu söyleyip onu götürebileceğimi söylüyorum. Yaklaşık 300 metreyi birlikte gidiyoruz ve saçma sapan şeylerden bahsediyoruz; zira muhabbet açacak durumda değilim. Hâlâ korku peşimde, Haluk olmasa da.. Metronun altından karşıya geçiyoruz ve yollarımız ayrılıyor. Sağdan gitmesini söylüyorum, ben ise sola dönüyorum. Bitkin bir halde eve dönüyorum..</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfZCV3p0x7iLiAyH7A3i73C6sMyivVcnLLzatOf9rYRS50_Nk1AXjkhGhw6Zv_Wv4UcY4YyN5Ab_gwFJtek8I-5ZyPVtDST1cbTR1VbgVEuGVQEg95qodcGdTkEcwd1Atiks1-BsBZ9w/s1600/rain.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfZCV3p0x7iLiAyH7A3i73C6sMyivVcnLLzatOf9rYRS50_Nk1AXjkhGhw6Zv_Wv4UcY4YyN5Ab_gwFJtek8I-5ZyPVtDST1cbTR1VbgVEuGVQEg95qodcGdTkEcwd1Atiks1-BsBZ9w/s1600/rain.jpg" height="272" width="400" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial;">Eve vardığımda bütün gece Haluk’u düşünüyorum. Şemsiyemi kapıp beni o yağmurda bıraktığını ve sırılsıklam eve geldiğimi, annemin bana kızdığını ve hasta olduğumu, bir hafta okula gidemediğimi rüyamda görüyorum. Ayakkabılarımın bağcıkları çözülmüş, defterlerim ıslanmış, en sevdiğim okuma kitabım okunmayacak hale gelmiş. Sobanın üzerinde kurutmaya çalışıyorum ama nafile.. Sobaya atıyorum kitabı ve içerisi daha da ısınıyor. Derken uyanıyorum ve okula gidiyorum. Okulda Haluk’u arıyor gözlerim; ama o beni, benden önce buluyor. “Oğlum dün niye kaçtın, mal! Belimden ameliyat oldum, eğilemiyorum.” diyor. Çok iyi düşünülmüş bir yalan diye aklımdan geçiriyorum. Geçmiş olsun dileklerimi ona iletiyorum ve yanından ayrılıyorum. Ameliyatmış.. Bütün gün boyunca aklımdan ona verebileceğim ama söyleyemediğim cevaplar geçiyor. Yalan söylüyorsun! Şemsiyemi çalacaktın! Beni kandıracaktın! Bütün yolu ıpıslak gidecektim! Senin yüzünden hepsi! Hasta olacaktım! Yatak döşek yatacaktım! Derslerimden geri kalacaktım! Hepsi.. Hepsi senin yüzünden olac..!! Öğretmen ismimi söylüyor. Donuk gözlerle öğretmene bakıyorum. Bütün sınıf çıkmış, iki kız ve ben kalmışım sadece sınıfta. Ayağa kalkıyorum. Montumu alıyorum. Şemsiyem ortada yok. Şemsiyem.. Haluk geliyor aklıma. Lanet okuyorum içimden. O çaldı! Kesinlikle o olmalı! Mağlubiyetin verdiği acıyla kapıdan tam çıkarken öğretmen arkamdan sesleniyor. Askıdaki şemsiyemi gösteriyor. Ağzım açık şemsiyeye bakıyorum. Sanırım Haluk'un günahını alıyorum.. Sanırım..</span></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-63372361744879303582014-12-10T03:52:00.000-08:002014-12-10T10:52:48.632-08:00Teslim<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Etrafıma bakıyorum, tek boş yer var metroda: o da benim yanımdaki koltuk. Sahibi az önce meskenini terk etti ve ortalık galeyana geldi. Saydığım yirmi iki çift göz var bana ve yanımdaki koltuğa bakan. Akşam iş çıkışı saatini düşünün. Tüm günün yorgunluğunu metroda ayakta giderek, onlarca durak boyunca sinir harbi yaşayan insanlar var çevremde. Ben ise ilk duraktan binip sakin metronun ruhunu bu insanlardan bihaber yaşıyordum. Taa ki güruh vagonuma hücum edene kadar. Dört kişiyi bir arada tutan ve birbirine bakmaya zorlayan koltuklardayım. Oturmaya dördüncü arıyoruz. Bavul ile seyahat ettiğim için koridordaki koltuğu tercih etmemle başlayan yolculuk bir işkenceye döndü dönecek. Zira ayaktaki insanlar üzerime çullanıyor. Bavuluma vurup çaresiz yorgunluklarını benim güzelim bavulumdan çıkarmaya çalışıyorlar. Ne kadar çaresizim. Yanımdaki kişinin de kalkmasıyla iyice yalnız kaldım. Boş koltuğun verdiği soğukluk vücuduma yayılıyor. Ayakta durduğunu gördüğüm orta yaş krizine tutulmuş, saçları kırçıllı bir amca var. Onun oturmayı hak ettiği bir dünyada mı yaşıyoruz yoksa bir eli cebinde, sırtında çantası, kafasında beresi, kulağında kulaklığıyla sakız çiğneyip koltuğu kesen çocuk mu oraya geçmeli? Bu konu hakkında kısa süreli bir beyin fırtınası yapıyorum. Çocuğun bir adım ileri atmasıyla çok da düşünmeme gerek kalmıyor ve çocuk yanıma geçmek için izin istiyor. İşte bendeniz <i>Themis</i>. Karşınızdayım. Hayata yön veren, adalet temsilcisi, biricik <i>Themis</i>. Çocuğa bakıyorum ve bavulumu önüne sürüp yolunu engelliyorum. Çocuğun gözleri kısılıyor. Bu bana bir çok şeyi açıklıyor. Kısılmış gözden hayatım boyunca korkmuşumdur. Zihinden geçen kötü düşüncelerin göstergesidir. Çocuğun ağzı yarım açık, sakızını çiğnemeden bana bakıyor. Yaklaşık 7-8 dakikadır izlediğim ve sanırım <i>Unforgiven</i> solosunu yarıda bırakan parmakları cebinden çıkıyor. Kulaklıklarını kulağından çekip “şuraya geçebilir miyim?” diye bana soruyor. Yaşı benden küçük, evet. Öğrenci. Daha bıyıkları terlememiş. Beresinin kenarından çıkan saçlarının şekli ve o kumral saçları, bir bütün olarak nefretimi içimde biriktiriyorum. Cevap olarak “hayır” diyorum. Bavulum hâlâ yolunu engelliyor. Cam kenarı koltuk, usul usul sahibini bekliyor. Amcaya sesleniyorum. Gelip oturmasını söylüyorum. Kıvrılarak aralardan geçiyor. Az önce teşhis koyduğum yaşlı amca modeline hiç uygun hareketler değil bunlar. Yılan gibi yanaşıyor. Bavulu hafifçe çekiyorum ve geçip yanıma oturuyor. Çocuk bir bana bakıyor bir amcaya bakıyor. Hiçbişe demeden kulaklığını takıp daha sert bir parça açıyor. Tahmin ettiğim gibi kötü bir hareket görmedim kendisinden. Nefesini müzikle aynı sertlikte dışarı veriyor. Pencereden dışarı bakıp solo atmaya devam ediyor. Parmaklarına bakıyorum. Bu sefer parçayı çıkaramıyorum. Hızlı nota geçişleri olmalı. Amca omuzuma dokunup teşekkür ediyor. Rica etmiyorum. Sadece başımı eğip karşılık veriyorum. İçerisi iyice sıcak mı oldu yoksa bana mı öyle geliyor? Bilmiyorum. Camların buharlanması tezimi doğruluyor. Çocuğun dışarı anlamsız bakışları beni rahatsız ediyor. Ben de dışarı bakıyorum herkesin yaptığı gibi. Bir şey görünmese de bakmaya devam ediyoruz. Cama çıkmış terli saç izleri dikkatimi çekiyor. Muhtemelen sabah gidiş bacağında bırakılmış izler bunlar. Sahibi daha terli bir şekilde evine dönüyor olmalı. Duş almadan yatacak ve sabah başka camlara izini bırakıp hayatını sürdürecek. Bir köpek gibi her yere kokusunu bırakmalı çünkü. Bu hayatta gidici olduğunu unutup kalıcılığını belgelemeli..</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgm9YxJIF97lRKI8U5eiwoj5vHXwMBalIqL1nPXMak-cLkrHwB2umfP7bsWAQJkVQTNGEzxIgsTEJ1N3zppAPnYEtgiML46CvCnEHvAno9KFCJsn_t-9-TZrMWrX1gZr25kS4h5UtM1eg/s1600/Langs-Glass-Rmd-Ltd.-Foggy-Windows-Richmond-BC-Local-Deal-Discounts.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgm9YxJIF97lRKI8U5eiwoj5vHXwMBalIqL1nPXMak-cLkrHwB2umfP7bsWAQJkVQTNGEzxIgsTEJ1N3zppAPnYEtgiML46CvCnEHvAno9KFCJsn_t-9-TZrMWrX1gZr25kS4h5UtM1eg/s1600/Langs-Glass-Rmd-Ltd.-Foggy-Windows-Richmond-BC-Local-Deal-Discounts.jpg" height="157" width="400" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Sesi duyuyorum. İneceğim durak. Ayağa kalkıyorum ve izin istemeden, hafif de çocuğa çarparak, kapıya doğru ilerliyorum. Amcadaki kıvraklık bende yok. Metrodan çıktığım andaki içime çektiğim oksijen hoşuma gidiyor. Bunaltıcı kum sıcağının ayağa yaptığı acıya çarpan serin deniz suyu gibi. İçime çektiğim şu anki hava ne kadar pis de olsa karbondioksit biriken bir vagondan daha pis olamaz. Arkamdaki kapı kapanıyor. Dışarının soğukluğu boynuma vuruyor. Kaşkolumu sarıyorum boynuma ve metro yavaş yavaş hareket ediyor. Derken seyahatimi paylaştığım koltuklara gidiyor gözüm. Çocuk benim yerime oturmuş! Bulanık da olsa görüyorum. Parmaklarını hayal ediyorum. <i>Queen</i>’den <i>I want it all</i> başındaki soloyu çalıyor. Çünkü en sevdiğim ve mutlu olduğum zamanlar o soloyu çalar parmaklarım. Metronun arkasından bakıyorum. Gözlerimi kısıyorum.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<br /></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-15117337637629537362014-11-25T11:26:00.000-08:002014-11-25T11:26:23.590-08:00Giz<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Cümlelerin içeriği “seni dişi sinekten kıskanırım”boyutuna geçtiğinde adam, bunların başına geleceğini iyi biliyordu. Bir kıskançlık kriziydi sadece. Bu krizler parlar ve çabuk söner; sonra o kriz yavaş yavaş tüter, içten içe karşısındakini yakar; iki tarafında üstüne siner ve uzun süre de ortalıktan kaybolmaz. Erkek kendince masum, kadın kendince haklıdır. Aslına bakarsanız: ortada haklı falan yoktur. Sadece bir kazanan vardır: o da kadındır. Her zaman da öyle olmamış mıdır? Ruhumuzun derinliklerine girip onu parçalayan ve haklı olmana rağmen gönlün el vermediği için geri dönen erkekler. Ah zavallı dostum.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Yan masadan duyabildiğim kadarıyla olayda bahsi geçen, önümüzde şu anda var olmayan erkek (bir sinirle kalktı gitti ama az sonra döner, çok uzaklaşmış olamaz, daha sinirleri sıcak), bir kız arkadaşıyla görüşmüştü ve sevgilisi tarafından tam tabiriyle “basılmıştı”. Erkeğe göre masumane bir görüşmeydi, kadına göre ise eve atmaya kadar giden teoriler bütünüydü. Gözlerim, önümdeki kitaba sabit olarak bakıyordu. “Çünkü” kelimesinin üzerine park etmiştim. Kulaklarım ise yan masadaki muhabbetin tam ortasındaydı. Pislik bir röntgenci, ahlak yoksunu bir kulak misafiriydim. Herkes karşısındakiyle konuşuyor, kahkahalar havada uçuşuyordu. Benden başka satıcısı olmayan bir muhabbetin tam içindeydim. Erkek kalkmadan önce en son “ya sadece bir kahve içtik ve dağıldık, abartıyorsun” demişti. Kadın ise gözlerini belertip “tabi canım sadece bir kahve içtiniz, tabi ben de salağım ya tabi” içerikli yaklaşık dört beş “tabi”den oluşan cümleler kurdu. “Tabi” kelimesi en büyük silahıydı. İroninin kadında dile gelmiş hali. Çok yakar canını. Seni hem onaylar hem yerden yere vurur. Erkek “tabi” hücumuna fazla maruz kaldığı için vücudu dayanamamış ve kalkıp gitmişti. Kadın ise şu an krizin tütme aşamasındaydı. Yalnız kalınca gözlerimi hafifçe kaldırıp onu izledim. Esmer, yüzü sivilceli, çirkin burunlu, farklı bir kadındı. Burnundan derin derin nefes alıyordu. Sinirliydi, çünkü bu aktivite sadece spor hocaları esneme yaptırırken gerçekleşirdi. Bir de işte bu durumda. Sinir harbinde. Arkasından kadın da kalktı. Masaya 20 lira bıraktı. Çekip gitti. Kendimi piç gibi hissettim. Kitabımı masaya bırakıp kadının arkasından baktım. Hızlı hızlı ilerliyordu. Nereye gidiyordu? Erkeğinin peşinden mi koşacaktı? Yoksa evine mi gidiyordu? Bu günü böyle bitiremezdim. Ben de düşünmeden masaya 10 lira bıraktım ve kendimi kadının peşinde buldum.</div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Kadın oldukça hızlı yürüyordu. Sırtımdaki çanta beni yavaşlatıyordu sanırım. Atmosferde yol alan bir uzay mekiği gibi ağırlıklarımı atmam gerektiğini düşündüm. Önce çantamı yere attım, sonra üstümdeki montu. Kadın büfeye uğradı. Ben de hemen köşesinde soluklandım böylece. Hava soğuktu ama bedenim, sonuca olan açlığa karşı bir sıcaklık hissediyordu. Takibimi sürdürüyordum. Obsesif bir adama dönüşmüştüm. Yaptığım doğru mu bilmiyordum. Gecenin karanlığında bir kadını takip ediyordum. Buna yabancılar “stalker” derdi. Sanırım daha çok bu yolda ilerliyordum. Kadın yürümeye devam etti, ben de arkasına takıldım. Sokak lambalarının ışıkları çarpıyordu yüzüme. Gizli gizli yürüyordum arkasından kadının. Cihangir’in arka sokakları, geceleyin korkutucuydu. Kedilerin miyavlamaları ve evlerin balkonlarından gelen sesler eşliğinde takibimi sürdürüyordum.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBTHCYuRBHdT46npruQDV3C8IkQCfQz64R07Rt21NRQUzeqjb4hQAx29Mdwuvd-8eRHaMrM3iAAT_izB-A8UPj7eKqwq7ARHAGxAcUOcL-crFsOBxHtzS2MwIDdEvaN7scxm12nreE6w/s1600/70685528.6xybHPg1.darkstreet.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBTHCYuRBHdT46npruQDV3C8IkQCfQz64R07Rt21NRQUzeqjb4hQAx29Mdwuvd-8eRHaMrM3iAAT_izB-A8UPj7eKqwq7ARHAGxAcUOcL-crFsOBxHtzS2MwIDdEvaN7scxm12nreE6w/s1600/70685528.6xybHPg1.darkstreet.jpg" height="213" width="320" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial;">Kadın bir apartmanın önünde durdu. Giz apartmanı. Anahtarını çıkardı ve içeri girdi. Ben de sokağın köşesinde onu izledim. Evine girdi ve önce perdeyi indirdi, sonra ışığını açtı. Sanırım bugün bilinmezlikle bitecekti.Çenemde bir uyuşukluk hissediyordum. Gözlerim kararmıştı. Sokak lambası gitmiş olmalıydı. Başımda da bir ağrı hissettim. Ardından da karnımda aynı hissiyat. Arka arkaya geliyordu uyuşukluklar. Gözlerimi açtığımda bir tekme gördüm tam karnıma inen. Dayak yiyordum. Hafif kendimden geçtim. Tekmeler durdu. Bir şeyler soruyordu tekmeyi sallayan kişi; ama anlayamıyordum. Omuzlarımdan tutup beni sarstı, işte o an göz göze geldik. “Sen kimi takip ediyorsun ulan?” dedi. Karşımda kriz kaçağı erkek vardı. Bu kadar dayağı hak ettiğime göre kesinlikle o olmalıydı. Hiçbir şey diyemedim. Adam gibi dayağımı yedim.</span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<br /></div>
<br />
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Birkaç saat sonra hava aydınlanmış, gözlerim ise yanıyordu. Hafifçe doğruldum. Her yerim ağrıyordu. Kalkar kalkmaz eve baktım. Tanıdık bir yüz beni selamladı. Dünkü tekme sahibi. Camda sigara içiyordu, bana bakıyordu. Hikayenin sonunu öğrenmiştim. Mutlu mutlu evime döndüm. Bu sefer kriz benim üzerimde sinmişti ve uzun süre çenemden ve karnımda kaybolacak gibi de durmuyordu.</div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-35355923084589081662014-11-09T11:01:00.000-08:002014-11-09T11:01:10.166-08:00Paradoks<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
Uçurumun kenarındayım. Aşağı baktığımda bulutları görüyorum. Yukarıda ise bir insan var. Gözlerim karardı. Tekrardan kendime geldiğimde gördüğüm silüet orada değildi. Gözlerim onu arıyor. Gelmemesini istiyorum yanıma; ama gözlerim hâlâ onu arıyor. Nedensiz.. Sağ bacağımın uyuştuğunu hissediyorum. Yapraklar hışırdıyor. Sanırım hayatımda ilk kez bulutları izliyorum. Ben kurbanım. Eminim arkamdan yas tutulacak. Kötü bir insan değilim. Ruhunu teslim etmiş bir beden düşünün. Güneş bulutların arasından çıkıyor. Gözlerim yanıyor. Engelleyemiyorum. Ellerim bağlı. Sadece hayatıma yol vermem gerekiyor. Olanı kabul etmeyi. Olana yol vermeliyim. Dünya benim etrafımda dönüyor. Dönsün istemezdim. Bencilim. Seninle saf ruhumu, güçsüz bedenimi, dingin hayatımı paylaşamam. Çünkü emelim belli. Alnıma yazılmış. Aklımdan akıyor düşünceler. Başım ağrıyor. Saatlerce burada kalabilirim. Gözlerim karşı gelebildiği kadar direnecektir, bundan emin olabilirsin. Şimdi o yumuşak yatağımda, elim yastığımın altında, bacağımın teki yorganın dışında uyuyorum. Göz kapaklarım kapalı, ama gözlerim içinde dans ediyor. Kabus görüyor olmalıyım. Hepsi bilinçaltımın bana oyunu. Gözlerim o kadar hızlı hareket ediyor ve beynim o kadar çok çalışmaya zorlanıyor ki kendimi kontrol edemiyorum. Çelişki içindeyim. Bu rüyada dik durabilirdim. Başaramadım. Rüyadan uyandım ve kabullendim.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijQezk7AklpF_bCL1vnl6ZbxedRWKwzdGzszF4rUQ79_p4j2Jc0xAqdB-hJ14Tw2OpOSxkFuBJnESVY0mwo273sKmIYsi2nPBt6g5gINn9WdBCmUPLSk67qr63PMbwO14ZNp7cTppHaQ/s1600/hanged-man-tarot-card.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijQezk7AklpF_bCL1vnl6ZbxedRWKwzdGzszF4rUQ79_p4j2Jc0xAqdB-hJ14Tw2OpOSxkFuBJnESVY0mwo273sKmIYsi2nPBt6g5gINn9WdBCmUPLSk67qr63PMbwO14ZNp7cTppHaQ/s1600/hanged-man-tarot-card.jpg" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
<br /></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-45426897269569132452014-11-04T11:21:00.000-08:002014-11-04T11:21:04.003-08:00Hah<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica;">
“Oğlum gel açsındır, bişeler ye” dedi. “Sağol Recep Abi, tokum. Benim dönerciye gittim. Off şahane döner yapıyor ya” dedim. Elindeki çatalı yemek masasına bıraktı. Ciğerlerine nefesi biriktirdi. Oturduğu yerden sadece başını çevirerek bana bir bakış attı. Vücudu hâlâ masaya dönüktü, yemekten kopamamıştı. Bedeni önündeki köfteyi, kafası beni yemek istiyordu çünkü. “Sen..”dedi. Evet geliyordu. Hissedebiliyordum. Öfke kokuyordu ağzı. “Sen bizim Fatih’teki Alparslan Usta’nın Yeri’nden hiç yedin mi çocuğum?” diye sordu. Cevabım belliydi aslında. Tabi ki yememiştim. O kim yahu? Ağzındaki köfte ve cacık bulamaç olmuş, soruyla geviş getiriyordu çenesi. Yok abi, dedim. “Hah!!” dedi. Hah? Başarmıştı. Döner ne demek, bilmiyordum. Tatsız tuzsuz dönerler içerisinde geçirdiğim yıllarıma isyan ettim. Gözlerim doldu. Üçüncü sınıf bir restoran döneri ile bir ömür geçirmiştim. Gözlerimi yukarı diktim ve dua ettim. Alparslan Usta’ya ihanet ettiğim yıllarım için Tanrı’ya sığındım. ”O zaman sen hayatında döner yememişsin” dedi Recep Abi. “O dönerden ye, hayatında bir daha başka bir yerden döner yemezsin” dedi. Damak tadı ile başlayan cümleler geçti kafamdan. Hepsi Recep Abi’nin geviş getiren çenesine tosladı. Boy vermeden çürüdü. “Haklısın” diyebildim sadece. Masaya döndü kafası. Yemeğini yemeye devam etti. “Oğlum!” diye seslendi. Bu sefer gerçek oğluna sesleniyordu. Getir bakalım şu kadayıfı da yiyelim, dedi. Kadayıf kimdendi acaba? Bu riske girmeli miydim? Bir gol daha yemek istemiyordum. “Abi ben de tadına bakabilir miyim?” diye sordum. Neşesi yerine geldi. Bu sefer arkasına bakmadan el yordamıyla “gel” işareti yaptı bana. Yanına oturdum. Kadayıf yedik. Yediğim en güzel kadayıftı; lakin nereden aldıklarını sormadım. Soramadım. Recep abi “beğendin mi?” dedi. Ağzımdaki kadayıfla “evet” dedim. Kahkaha attı.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWgzGBXbSXO-_JSimEZT0jSYaLgHxT8mztJMAlJtGm21GFeFGEBj-YrMDsUnB6Xj9hKipbtY47Wt0CAesxy4MGgLKTAhjIeDphRym0WjwkIHEDJJuDzV3dn9_XjDgNlOtjpETxRy-1-A/s1600/IMG_0136.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWgzGBXbSXO-_JSimEZT0jSYaLgHxT8mztJMAlJtGm21GFeFGEBj-YrMDsUnB6Xj9hKipbtY47Wt0CAesxy4MGgLKTAhjIeDphRym0WjwkIHEDJJuDzV3dn9_XjDgNlOtjpETxRy-1-A/s1600/IMG_0136.JPG" height="320" width="320" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; font-family: Helvetica; min-height: 13px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial;">O gün kendimi karşı takımın forvet oyuncusu gibi hissetmiştim. Gol atmak istiyordum ama karşı taraftan onur kırıcı sözler geliyordu. Kendimi motive edemiyordum. En sonunda takım değiştirdim. Köşe vuruşundan gelen sözde ters bir kafayla kendi kaleme golü atmıştım. Biraz üzülür gibi yapıp orta sahaya doğru yürümüştüm. Takım arkadaşlarım yoktu etrafımda. Tek başına bir takımdım ben. Karşılık verememiştim karşı takımın ataklarına. Zevkler ve renkler tartışmasına girememiştim. Sonra üzüldüm ama. Yaptığım şeyden pişman oldum. Hemen satmıştım dönercimi. Bu duruma bir son vermeliydim. Ertesi gün kendimi Fatih’te buldum. Alparslan Usta’nın restoranı bırak üçü, beşinci sınıf bir yerdi. Döner söyledim porsiyon olarak. Tabakta 150 gr. döner geldi. İki yarım domates, bir yeşil biber, üç pide. Pideler sıcaktı. Açık ayran söyledim bi de. Yemeye başladım. Beklentim yüksekti. Kadayıf oranına bakılırsa döner bittikten sonra hafiften orgazm seviyelerine çıkmış olmalıydım. Dönerin yarısı bitti. Ayaklarıma doğru bir uyuşma geldi. Döner bittikten sonra arkama yaslandım. Kalan son damla ayranı da kafama diktim. Karnımı sıvazladım. Ohhh, dedim. Sigara içmeyen bir insan olarak, Usta’dan bir dal sigara aldım. İçtim püfür püfür. Recep Abi’yi aradım. “Alooooo” diye kulağıma bağırdı. O da telefonda bağırarak konuşan yaşlılarımızdan biriydi işte.. “Recep Abi müsaitsen bişe soracaktım sana” dedim. “Buyur oğlum noldu?” dedi. Abi, dedim.. Şu geçen yediğimiz kadayıfı ner… “Hah!!” diye lafımı kesti. Beklenen “hah” da gelmişti. "Tarif ediyorum, yaz" dedi. İki kilo almayı unutma bak, dedi. "Akşama balık aldım, balık yiyecez, üstüne iyi gider" dedi. Yiyecektim. Çatlayana kadar yiyecektim. Kış geliyordu. Biraz yağlanırım, bol kazak giyerim diye içimden geçirdim.</span></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-83990522307025283712014-10-18T14:27:00.002-07:002014-10-18T14:27:49.987-07:00Sen<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial;">
<span style="font-family: inherit;">Sen. Bilgisayarın başında oturan ve bu yazıyı okuyan sen. Evet sen! Şu zamana kadar yılmadan ve usanmadan senin için yazdım yazılırımı. O gözlerin neler gördü. Hayatıma dahil oldun çok kısa aralıklarla. Beni tükettin ve gittin. İnanmadın bana. Benle dalga geçtin. Dahası bana burun kıvırdın. Bal mumundan yapılan bir heykel kadar gerçekliğine inandığın olaylar da gördü gözlerin. Sonuç olarak hepsi bendim ve sen oradaydın. Benim kafamın içinde, hücrelerimde, parmaklarımın ucunda. Belki benim yan odamda, belki benden kilometrelerce uzakta. Yazın düşen yağmurun serinliğinde, kışın suratına vuran güneşin sıcaklığında, hep ben vardım yanında. Seni aradı gözlerim, sesini duydu kulaklarım ve nefesini hissettim ensemde. Senin varlığın güç verdi bana. Yaşamaya teşvik etti. Çünkü biliyordum ki sen olmazsan, ben de var olamazdım. Bu yüzden devam ettim göz kapaklarımı istemli açıp kapatmaya, ciğerlerimi oksijenle doldurmaya, ayaklarımı bir adım daha ileri atmaya ve boğazımdan lokmaların geçmesini bekledim birer birer.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhv27jHFYqd_UeXgKbt8xNb5K1n-X-Oz_XM91HecephhyFNkviN-rf0ngJJRKccWCc8slnshA7oyiU9e3lwuGEYqZkMuuWDR7LL4SON3Qiwts1cL_z5pemVBSlPJEgoqhJCFM54jGksAw/s1600/dark-red_00380799.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhv27jHFYqd_UeXgKbt8xNb5K1n-X-Oz_XM91HecephhyFNkviN-rf0ngJJRKccWCc8slnshA7oyiU9e3lwuGEYqZkMuuWDR7LL4SON3Qiwts1cL_z5pemVBSlPJEgoqhJCFM54jGksAw/s1600/dark-red_00380799.jpg" height="200" width="320" /></a></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; min-height: 12px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial; font-family: inherit;">Seni o demirliklerin arasında kaybetmiştim en son, hatırlıyor musun? İki elimi parmaklıklara dolayıp “çıkarın beni buradan!” diye haykırmıştım. Sesimi kimse duymamıştı. Sen de çoktan uzaklara gitmiştin. Oturup kabullenmiştim. Gökyüzünden bir yıldız kaymıştı. En azından bana göre bir yıldızdı. Sönük bir yıldız. Rengi siyahtı. Benim gökyüzüm ise kızıldı. Her zaman kan ağlardı. Yola düşen yıldızı kaldırıp eve götürmem ise benim kaderimdi. Kaderime boyun eğişim benim için zor olmuştu. Dokuz canınından biri benimdi. Kara kedi her yerimi çizmişti. Sırtım kanıyordu ve ben gülüyordum. İnsanların bana garip garip baktığını hatırlıyorum. Sanırım istemsiz ve sebepsiz gülüşlerimdi nedeni. Gülmemeye başladım ben de. Duraklama devrini, soğuma aşamasını, hafta sonu tatilini yaşıyordu bedenim ve şarkılar bana eşlik ediyordu. Ayağım kayıp yere düştüğümde anladım, sen oradaydın. Kalçam kırılmış, eklemlerim ayrılmıştı; fakat önemli olan: sen oradaydın işte! Bu yüzden düştüğüm için ağlamadım. Kalkıp devam ettim yürümeye. Kıpkızıl bir gök, sapsarı bir güneş, masmavi bir deniz ve yemyeşil bir orman gibiydin.. Hayatım benim buradaydı işte ve sen de bunların tam ortasındaydın.</span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; min-height: 12px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial; font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-color: rgb(0, 0, 0); -webkit-text-stroke-width: initial; min-height: 12px;">
<span style="-webkit-text-stroke-width: initial; font-family: inherit;">Bir silah sesi duydum, pencereye koştum. Yerdeydin. Kanlar içinde yatıyordun. "Kalk" diye bağırdım. Daha çok genciz ve hayat henüz başladı.</span></div>
Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-71028249339660958162014-10-07T13:02:00.000-07:002014-10-07T13:02:04.685-07:00Ne için yaşamak?Tamı tamına 11 saat 59 dakika sonra teslim edilmesi gereken 244 sayfalık romanımın 138. sayfasındaydım ve kapının zili çaldı.. Zilin çalması, romanımı yazmamı bölmedi; lakin 3 saattir masa başında bilgisayarın beyaz ekranına boş boş bakıyordum. Zil beni ürpertti, yerimden sıçradığımı belirtmeden edemeyeceğim. Saat 20:03, günlerden Salı, zili çalan Kemal Efendi. Günümüzde bu unvanın kullanıldığı tek mesleğe sahip kendisi. Çöp var mıydı, diye sordu Kemal Efendi. Çöp yok, dedim. O halde ne var, diye espri yaptı bana. Kendisinden beklenmedik şekilde güzel bir espriydi. "Ne mi var? Ben varım, yeterli mi Kemal Efendi?" diye azıcık sert çıkıştım. Cevap beklemeden bir soru daha sordum: "Peki sen niye varsın Kemal Efendi? Var olma nedenin nedir?". Biraz durdu, düşündü. Çocukları büyütüyorum, dedi. Güzel bir cevaptı. Bana da aynı soruyu sorsa diye bekliyordum; ama sormuyordu. "Neyse, o zaman..." diye başladığı cümleyi ağzına geri soktum. "Bana sorarsan Kemal Efendi (ki sormuyordu), ben sadece yaşamak için yaşıyorum." dedim. Ne derin bir cümle kurmuştum ama öyle değil mi? Kemal Efendi'nin gözleri biraz büyüdü. Güya entelektüel tavırlarımla, bilmiş bakışlarımla, üniversitede geçirdiğim 5 sene ile (son sene çalışmayıp eğitimin uzaması sorunsalı) onu ezmeye çalışıyordum. "Boşuna yaşıyormuşsunuz o zaman" dedi. Haklıydı. Mesela son 3 saatimi boşuna yaşamıştım. "Çöp yok dedik ya daha ne bekliyorsun?" diye kızdım. Bozulduğumu anladı ve arkasını dönüp gitti.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGy5ihT7GKP8_Cr62wxxhTt-jdOrblbjV5xcKC3CNQAWZ4s_gFuWkHkwk1vxbuLq0MEt19UiNWUaUHQ6qHY2GV8-9qsJstWtVvFRtJ2tr9NV29cvUwQkaYqlq3cW38JU_07N1-TiDkZQ/s1600/IMG_0495.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGy5ihT7GKP8_Cr62wxxhTt-jdOrblbjV5xcKC3CNQAWZ4s_gFuWkHkwk1vxbuLq0MEt19UiNWUaUHQ6qHY2GV8-9qsJstWtVvFRtJ2tr9NV29cvUwQkaYqlq3cW38JU_07N1-TiDkZQ/s1600/IMG_0495.JPG" height="320" width="290" /></a></div>
Kendimi masamın başına attım. Biraz sert atmışım, kolum masanın kenarına çarptı ve o müthiş elektrik çarpılması hissi bütün vücuduma yayıldı. "ALLAH KAHRETSİN!" diye bağırdım. Süregelen zamanda kendimi küfür etmekten alıkoyamıyordum. Küfürler peşi sıra dökülüyordu ağzımdan. Durduk yerde olan olaylardan nefret ettiğimi belirtmemde fayda var. Durduk yerde masaya küçük ayak parmağınızı vurup şişirmeniz; kombinin, internetin, sifonun, ütünün bozulması; arkadaşınıza göstermek istediğiniz fotoğrafın bir türlü yüklenmemesi; her zaman aynı yerde duran şapkanızın orada olmaması; eve gelip duş almak için çeşmeyi açtığınızda, suların kesik olduğunu anlamanız ve bu durumun çıplak bir halde küvetin içinde anlamsızca gerçekleşmesi, işte bütün bunlar benim canımı sıkan şeylerdi. Hayata lanet okuduğum ve beni bu evrenden uzaklaştıran şeyler. Ve bir de Kemal işte.. Hayatıma tek dahil olan kişi. O da çöpüm olduğu kadar.<br />
<br />
Biraz sakinleştikten sonra yazıma dönebildim. Dönüşüm muhteşem olamamıştı; lakin 8 dakikadır, 3 saatlik sürede yaptığım şeyi yapıyordum. Boş boş oturuyordum. Bir an hikayeme Kemal'i eklemeyi düşündüm. Romana heyecan gelebilirdi. Gerçek Kemal'i yazamazdım; zira kendisini çöp seanslarımızdan öte tanımıyordum. Kafamdaki Kemal'i yazmam daha doğru olacaktı. Ama kafamda nasıl bir Kemal vardı? Uyuz, gıcık, pişkin, cahil, aile babası, dürüst, kılıbık, suratsız, köylü.. Kendisinden nefret ediyor olduğumu, kendisini romanıma dahil etme fikrimle anlamıştım. Bu sancılı bir süreçti. Kemal'i yakından tanımak istemiyordum. Romanımın bitmesi Kemal'e mi kalmıştı?<br />
<br />
Dakikalar ilerliyordu; ama roman ilerlemiyordu. Çıkmaz sokağın tam tanımı karşımda duruyordu. Gururumu kırıp üstümü değiştirdim, kapıcı dairesine indim. Zili çaldım. Kemal kapıyı açtı ve "Çöp yok, iyi akşamlar" dedi... Kapıyı suratıma kapattı. Suratıma çarpan kapının rüzgarıyla gözlerimi kapattım. Kafamda romanımı bitiriyordum. O kapanan kapının arasında Kemal'in kafası vardı. Bu sefer katil, uşak değildi. Yazarın ta kendisiydi.Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-30861304191240450.post-15919421682593771582014-08-27T14:21:00.001-07:002014-08-27T14:21:09.929-07:00Çekilİnsanlara çarpa çarpa yürüyorum sokakta. Neden yavaş bu insanlar? Hayatlarında durgunluk seziyorum. O kadar huzurlu ve sakin süzülüyor ki kaldırımda ilerlerken, hayret ediyorum. Aynı insanlar trafikte birer canavar oluyorlar. Kaldırımda geçen hayatları, aksine trafikte son sürat gidiyor. Küfürler havada uçuşuyor. Dikiz aynasından kesişiyorlar, sağa sinyal vermeden geçiyorlar. Ben ise trafikte olamayacak kadar sarhoşum. Arkama bakmadan yürüyorum. Olabildiğince hızlı ve umarsız sarf ediyorum adımlarımı. Sağ kolumdaki çanta yeri geliyor 40 yaşlarında başörtülü bir teyzeye vuruyor, yeri geliyor bir delikanlının salladığı tespihe teğet geçiyor. Bu geçiş hayatımda alacağım en büyük risk. Milimetrelerle ıskalıyorum ve yaşamaya devam ediyorum. İnsanlara çarpmaya devam ediyorum; ama sadece sorun teşkil etmeyecek kişilere. Gören bir yere yetişmeye çalışıyorum sanır. Halbuki daha vaktim var. Sadece hızlı ve rahatça yürüme meraklısıyım. Trafikte aniden duran dolmuş, otobüs gibi duruyor insanlar önümde. Arkadan vurmamak için zor duraklıyorum ve arkama bakmadan solluyorum onları. Çantam hala omuzumda. Arada bir kontrol ediyorum cüzdanım içinde mi diye. Kulağımda kulaklık olduğu için telefonumu kontrol etmeme gerek yok. Güya kendimce bir çözüm bulmuş gibiyim telefon hırsızlarına. İsterlerse kulağındaki kulaklığı bile alıp giderler, ruhun duymaz.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/tkwPVkPbWzU?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
Sarı çizgiye basıyorum. Tırtıklı yüzeyinde ayağımı gezdiriyorum. Basılmaktan sarılığı gitmiş. İkaz gücü düşmüş. Anons geliyor: Sayın yolcularımız güvenliğiniz için lütfen sarı çizgiyi geçmeyiniz. Geçmiyorum zaten. Sadece ayağımı uzatıyorum, üzerinde gezdiriyorum. Geçtim sayılır mı? Bence hayır, sayılmaz. Sonuçta bedenen ve ruhen o sarı çizginin arkasına hapsolmuş insanlarız. Tren geliyor. Oturanlar ayaklanıyor. Sarı çizginin üstüne yığılıyorlar. Bir anons daha geliyor; lakin bu seferki anons, çizgi ile ilgili değil: Sayın yolcularımız lütfen inenlere öncelik tanıyınız. Tanımıyorum. Önüme gelen kapının tam ortasında bekliyorum. Kapı açılıyor. Daha inenler inemeden ben trene binmiş oluyorum. Aslında onlar inemeyenler olarak kalacaklar hayatta. İstedikleri yere varmayı bekleyip sonunda inemeyecekler ve böyle hayatlarını sürdürecekler. Çünkü benim gibi saygısız insanlar olduğu sürece o saygılılar bu dünyada barınamaz. Cıkcıklıyorlar beni. Ters ters bakıyorlar. Biri "kardeşim" ile başlayan bir cümle sarf ediyor. Umurumda değil. Benim o trene binmem lazım. Umurumda olan bu.<br />
<br />
Tren tıklım tıklım. Hemen yanımda bir çocuk arabası var. İçi dolu. Sahibi de var. Annesi bana bakıyor. Çocuğu ağlıyor deli gibi. Bana bakacağına çocuğuna baksana güzel anne(!) Çocuk hıçkıra hıçkıra ağlıyor; ama anne oralı değil. Dışarıyı seyrediyor. Az sonra yer altına giriyoruz. Camın yansımasından da şimdi bana bakıyor. Başımı başka tarafa çeviriyorum. Çocuk deliler gibi ağlıyor. Öyle hayal ediyorum. Çalan müzik ile müthiş bir senkron kopması yaşıyorum. Çocuk farklı ağlıyor, <i>Steve Vai</i> gitarı farklı ağlatıyor. Biz neden çocuk eğitemiyoruz, diye düşünüyorum. Yabancıların çocukları ne kadar tatlı, ne kadar sakin ve mutlu. Aileleri her istediklerini vermiyor, zaten çocuk da her gördüğünü istemiyor. Bizimkiler neden istiyor? Neden ağlarsa onu elde edebileceğini düşünüyor? Peki ben bunu neden düşünüyorum? Hemen telefonumu çıkarıp başka bir şeyle ilgileniyorum. 3 durak sonra iniyorum. Kapının tam ortasında duruyorum. Yine o anons geliyor ve kapı açıldığı anda çantamı insanlara vura vura trenden iniyorum. Kızıldeniz gibi ortadan yarıyorum insanları ve turnikelerden geçiyorum. Arkadaşım beni bekliyor. El sallıyorum uzaktan görüp. O da el sallayarak karşılık veriyor. Naber, diye soruyorum. Kötüyüm, diyor. Nedenini soramadan "yolda anlatırım" diyor. "Anlat tabi! arkadaşlar ne için var?" diyerek gülümsüyorum. İlk kez bugün birine <b>insan</b> gibi davranıyorum.Uyumayan Seshttp://www.blogger.com/profile/12265848474059216253noreply@blogger.com0