31 Ocak 2016

Bu Raskolnikov'un çıldırışı

Sıradan sorular ve bu sorulara verilen sıradan cevaplar. Dilimin ucunda duran, çekilip alınması beklenen sözler. Yutkunmanın ertelendiği, boğazımı dolduran anlamını yitirmiş kelimelerin cümle oluşturamadığı dakikalar. Bu Raskolnikov'un çaresizliği. O içinde hissettiği nefret duygusu. Karşındaki insanın dudak hareketleri. Kendi dişlerinin beyazlığını nikotine armağan edip karşılığında o güzelim dişleri sararmış halde alan ve de o dişlerin çarpıklığında aradan burnumun direklerine çarpan, aç midesiyle karışmış ağız kokusu. Nasıl keyifler? İyi, her zamanki gibi. Hayatın gerektirdiği gibi. Hayat acımasız ve bir o kadar acısız. Samimiyet yoksunu, aşağılık herif. Dişlerinin çektiği acıyı ciğerlerimde hissediyorum, bunu bilmiyorsun. Keyfim yersiz yerinde, çünkü acı çekmeyi seviyorum. Peki senin keyifler nasıl? Cevabını merak etmiyorum. Hayır. Verdiğin cevaplar kokuyor. Kokunun yok olduğunu düşünüyorum. Yok oluş var oluştan daha dikkat çekici. Ellerimde. Avuçlarımla sıkı sıkı tutuyorum baltayı. Bu Raskolnikov'un korkusuzluğu. Terk edilişim diye nitelendirdiğim hayatımın geri kalan kısmı. O ne yapmıştı? Doğru olan bu demişti. Düşünmemişti. Düşünmeden indirmişti elimde tuttuğum baltayı. Kendi kendimi bitiriyorum. İçim içimi yiyor. Adalet iki elimle ölçebildiğim bir norm.

Burada bir ağrı var. İşte tam burada. Benim mazoşist zevklerime köle bir acı. Bunu gözlerimi kapattığımda hissettim ve nefretim filizlendi. Artık kurtulamıyorum. Onlardan kaçamıyorum. Gölgemi bıçakladığımı hayal ediyorum. Yaşamaya devam ediyor.

Arabayı durdurmasını söyledim. Kapıyı kapatmadan inip yürümeye başladım. Üzerimdekini çıkartıp sırtımı toprağa verdim. Bulutsuz gökyüzü. Yaşadığını hissettiren ve yalnızlığını perçinleyen mavilik. Sen hep orada kal. Ben sana bakmaya devam edeceğim.