19 Aralık 2011

Biri bizi dinliyor!..


"Bilen bilir" üst kat komşusu ne fenadır..

>>"Bilen bilir" kullanımı başka dillerde de mevcut mu, merak ediyorum; fakat öyle direkt çevirisi değil, "bilen bilir"in o kendini beğenmişliğini, "bilmeyenlerin cehenneme kadar yolu var""salak sen nereden bilecen!" ifade tarzını yansıtması gerekiyor. Tamam bilen biliyor zaten, neyi vurgulamaya çalışıyorsun? Bilmeyenler ne yapsın, onu söyle. Bu kullanımı film, kitap yazılarında görebilirsiniz en çok. "Bilen bilir" yazıp siktir eder sizi. Zaten izlemediğin filmin yazısını okumak pek de bi can sıkıcı. Spoiler yeme ihtimalin yüksek. O yüzden film hakkında yazı yazmayı da bıraktım, paylaşımı da kestim. Halbuki ne güzel filmler izliyorum 3-4 gündür, yazık oldu hehe<<

Çok fenadır üst kat komşusu. O sizin her şeyinizi bilir. Gece yatmadan önce arkadaşınızla yaptığınız muhabbeti dinler. Bazen size hak verir, ama gelip de söyleyemez. Sevgilinizle sevişirsiniz, gelip de "şu pozisyonu değiştirin artık" diyemez. Tuttuğunuz takım gol atınca deliler gibi bağırırsınız, kolunuza girip de zıplayamaz. Dinlediğiniz müziğin "kafa siktiğini" gelip de size anlatamaz. Fakat siz her şeyin farkındasınızdır. Aslında o, evinizde yaşadığınız her şeyden haberdardır. İnterneti kapattığınızı hemen anlar, gözü kablosuz ağ listesindedir, "aha evden çıkıyor" der. Akşam eve gelirsiniz, kapıyı pat diye kapatınca "hah geldi eve" der, rahatlar.

Bir gün apartmanda karşılaşırsınız üst kat komşunuzla. Size "merhaba" der. O "merhaba"da, muhabbetiniz de seks hikayeleriniz de dinlediğiniz müzik de, hepsi vardır. Hafiften de gülümser "merhaba" derken. Hissedersiniz bir şey ima etmek istediğini. Gözlerinizi yere çevirerek "iyi günler" dersiniz, koşarak kaçarsınız ve bir daha bu anı yaşamamak için yalvarırsınız. Çok fenadır üst kat komşusu..
Raskolnikov olmadığı halde, çıkmadan önce kapının deliğinden biri var mı yok diye bakan, usulca kapısını açan komşularım var benim. Sanırsınız tefeci kadını öldürmüş. Yine de onları üst kat komşumdan daha çok seviyorum.

12 Aralık 2011

Pucca'nın suçu

Bir suçlu varsa, o da Pucca'dır benim gözümde.


Pucca, gördüğüm kadarıyla, blog aleminde en çok okunan ve tanınan blogger. Bu da beraberinde sorumluluk getiriyor. Çünkü insanlar başta özgünlükten uzak oluyor ve kendine birini örnek alıyor. Pucca da kötü örneklerden biri.

Konuşmasında "de, da'yı bitişik yazıyorum ben" diyor. Ee iyi bok yiyorsun! Bazen onlar bitişik de yazılıyor. Zaten bunun farkında Pucca; fakat "uğraşacak halim yok bu şeylerle" tarzında vurguluyor düşüncesini. Sanki çok matah bir şey de yaptığı, yazar ile blogger arasındaki fark konusunda ilk öne sürdüğü şey bu yazım hatası.

Pucca güya yazar olarak da görmüyor kendini, ama kitap çıkartıyor. Her kitap çıkaran yazar değildir tabi ki. Keşke Türkçe'de buna uygun bir kelime olsa.(sürücü ile şoför arasındaki fark gibi) Ama Pucca gözleriyle adeta "hayatım boyunca bu aşk hikayelerini yazıp para kazanmak istiyorum" diyor. Hürriyet'te yazdı, kitap çıkarttı derken kimliğini deşifre etti. Önceden deşifre etmemesinin nedeni ise bu sözde yazarlık işinden para kazanamayacak olmasındandır.

Her yer Pucca tarzında yazan, kimliğini gizleyen, yazılarında yazım hatalarıyla insanı bezdiren, Marilyn Monroe'yu gözümüze gözümüze sokan kızlarla doldu.

Not: Pucca yazımı okumuş, üzülmüş, sinirlenmiş, bana vermiş veriştirmiş, bu aralar üzerine çok geliyorlarmış falan.. Yıllar yılı kendini eleştiren Pucca, bu duruma geldiyse vah haline! Halbuki ben şahsına hakaret etmeden, bana göre konuşmasındaki tutarsızlıkları eleştirmek istemiştim. Mütevazılığı buraya kadarmış, öğrendim. Böylesine fenomen olunca insanın biraz da eleştirilere açık olması gerekiyor.

8 Aralık 2011

Uyumayan Ses hakkında(mim)

Baktım olacak gibi değil, mimleyen kişi sayısı artıyor, şu hakkımdaki 7 gerçeği anlatıyım da rahatlayalım. Zaten hep kendimi anlatıyorum, gına geldi yeminlen. İnsanlar blogu okumayı bırakacak. Mime ne yazıyım diye iki gündür düşünüyorum, derslerimden geri kaldım be!

Takip ettiğim kadarıyla mimleyen 3 kişi var. Nora, Missbone ve Larien'e teşekkür ediyorum. Niye teşekkür etmem gerekiyor bilmiyorum. Ödüllü falan diyorlardı, yazınca ödül mü vereceksiniz? Missbone anlatmaya çalıştı ama yine de anlamadım olayı. Ha bir de neden 7 gerçek? Bir insanın en fazla 7 gerçeği mi olabilir? Neyse tamam, notlar açıklanmaya başladı da gerginim biraz, kusura bakmayın :)

Buyurun 7 gerçeğim:
1- Kibir
2- Açgözlülük
3- Şehvet
4- Kıskançlık
5- Oburluk
6- Öfke
7- Tembellik

Nasıl gerçekler ama? Hepsi var bende, tek bünyede toplayabildim.
Tamam asıl gerçeklerime geçiyorum:

- Blogun ilk ismi The Stalker'dı. Bu ismi her yöne çekebilirim diye düşünmüştüm, sosyal ağlar zaten birbirini takip eden ruh hastalarıyla dolu. Sonradan içimde durmak bilmeyen sesi betimlemek için blogun ismini Uyumayan Ses koydum. Çoğu yazımı da gece yazıyorum zaten, bir nevi uyumama durumu söz konusu. Gördüğünüz gibi tek yönlü düşünemeyen bir insanım. En az iki amacı gütmeli hayatımdaki şeyler. Mutfağa su içmeye gitsem bile, yanımda ya boş bardak ya çöp, bir şey götürürüm. Tek bir şey için hareket edemem.

- Yazılarımı yazarken illa ki müzik dinlerim. Ders çalışırken de sözsüz müzik dinlerim genelde. Yemek yemeden önce de izleyeceğim şeyi ayarlarım. Hiçbir şey bulamasam da gider televizyonu açarım. Hoşuma giden bir şey varsa onun reklama girmesini beklerim. Tam başlayacağı ana denk getiririm ki yemek yerken salak reklamları izlemiyim. Alışkanlık işte. Hatırlarım, anaokuluna giderken annem kahvaltımı televizyonunun önünde yedirirdi. Oradan kaldı bu özellik bana.

- Anne demişken ailem ayrı benim. Kardeşim de yok. Çok rahat bir yaşam sürüyorum kısacası. Ne istersem alınır ki her gördüğünü de isteyen biri değilimdir. Küçükken de çok uslu çocukmuşum zaten, gıkımı çıkarmazmışım. Aileme oldukça bağlıyım. Babamla daha çok arkadaş gibiyizdir, gideriz iki bira içeriz, muhabbet ederiz. Annemden dizi gelişmelerini alırım. Dizi izlemem ama, salona iki dakika geçerim, annem bütün her şeyi anlatır dizi hakkında. Böyle de güzel insanlar işte :)

- Alışveriş delisi değilimdir, ama ürün araştırma delisiyimdir. Bir şeyi almadan önce 40 kere düşünürüm, her yerde araştırırım fiyatını. En uygununu almak asıl amacımdır. AVM'leri gezer gezer, hiçbir şey almadan çıkarım, zaten ilk tercihim de internetten alışveriş olur. Çoğu insan güvenmiyor ama ben daha hiç sorun yaşamadım. Ebay, Gittigidiyor, Sahibinden gibi siteler benden sorulur. Biri internetten ürün satacaksa ya da bir şeyin internetteki fiyatını öğrenecekse ilk olarak bana gelir.

- Yemek seçerim. Askere gidince düzelir di mi? Bu duruma gıcık olan, "bamya sevilmez mi olum!" diye isyan eden insanların da ilk başvurduğu şey bu oluyor. Sarımsak yemem, maydanoz yemem, soğan yeni yeni sevmeye başladım. Fastfood yanlısı bir insan da değilim o kadar. Önceden Burger King, McDonald's tan dışarı çıkmazdım, artık sevmez oldum. Kola da içmiyorum. Zararlı bunlar zararlı. Hepsi Amerika'nın oyunu. Yemeyin şunları. Gidin Keffçe'de pilav üstü kuru yiyin. Yanına da cacık isteyin. Hayatın anlamı orada gizli.

- Burçlara inanmıyorum ama ikizler burcunun da her özelliğini taşıyorum. Keşke taşımasam da kurtulsam şu saçmalıktan. Karar değişikliği, kararsızlık başıma bela. Bir tutumu sonuna kadar sürdürmek hoş olsa gerek, bende hiç olmadı. Fanatizmi de anlayamadım mesela. 10 küsur senedir müzikle ilgileniyorum, gitar çalıyorum, ama Steve Vai'nin S'si olamadım. Halbuki Stev'i falan olmam gerekirdi. Teknolojiyi takip ediyorum ama Steve Jobs'ın S'si olamadım.(Neyine oluyorsun lan zaten aq!) Hedefleri doğru ayarlamamışım, ondan olsa gerek.

- Boş günleri boş boş geçirmek boş gelir bana. Bilgisayar başında hiçbir şey yapmadan oturursam rahatsızlık duyarım. Plan yaparım hemen, belli bir saate kadar kitap okurum, oyun oynarım, yazı yazarım, film izlerim vs.. Film konusunda da şunu söyliyim son olarak. Çok film izlerim ve izlerken filmi akışına bırakırım. "Aha bardağı yere koydu, filmin sonunda bunla alakalı bişe çıkar" diye kafa yormam. Bir de filmdeki replikleri benimsemem, bazı insanlar da çok dikkat ediyor. Ben o an filmi yaşarım, dünyadan uzaklaşırım, bitince hayatıma devam ettiğimi hissederim.

Benim mimlediklerim:
- Eren Doğan(blogu boşlamaya başladın, gözümden kaçmadı değil)
- Esra Dilara Akman(merakla bekliyorum)
- Finduilas(yazaydın iyiydi)
- Süpersonik Çok Bombastik(yazarsın diye düşünüyorum)
- Mia Wallace(herhalde kesin yazar sanırım)
- Memento Mori(yazacak bir hava sezdim senden)
- By Mutu(yazmaz ama ya yazarsa?)
- Glamdring(ne zamandır yazmıyosun, mim olmasa da başka bişe yaz da okuyalım)
- Diplomalı Bakkal(yaz yaz, açılırsın)
- Sparrow(tam senlik)

5 Aralık 2011

Nerede benim Tosbağam?

Erkeğin başlıca görevi araba kullanmak.(Size cevabım yine Ozan Güven tarzıyla olacak: ya hadi bi s...) Ehliyetim var fakat araba kullanma meraklısı hiç olmadım. Biri kullansın canım işte, kimse beni strese sokmasın şu berbat trafikte. Mis gibi sağa sola bakmak varken niye araba kullanayım?

Düşünüyorum da şu yaşıma kadar bir kez olsun araba kaçırmışlığım yok, hatta kuzenim babamın arabasını kaçırırdı da benim elimi sürmüşlüğüm yok. Bu kadar uzağım işte, anlayın.
Söylemeden geçemicem, ne yazık ki bu dönemde araba yoksa kız da yok. Ha araba varsa kız var mı, en azından arabası olmayandan daha çok şansın var koçum, emin olabilirsin. Nasıl ki "geçen hafta sarışın sevgili yaptım" deyince arkadaşım, fazla söze gerek yoksa; aynı şekilde "geçen hafta arabalı sevgili yaptım" demenin de üstüne söylenecek bir şey yok. Bu arabalı sevgili öyle bir şey ki ayrıldıktan sonra arabasız sevgiliye düşemiyorsun, arabalıdan devam etmen lazım(hay araba kadar taş düşsün kafana emi!)

Arabalara bakıyorum, mesela Mercedes, çoğu modeli tam bir mafya arabası. Geniş, konforlu koltuklar falan. BMW, asarım keserim, Bahçeli 7'yi coştururum gibi. Bir yanda ise Volkswagen Tosbağa... "ayyy çok tatlı ya"

Bok tatlı! Dışarıdan tatlı gibi duruyor di mi? 

Tosba deyince benim aklıma çile geliyor, yolda kalmak geliyor. Mavi, kırmızı, yeşil, rengarenk şirin mi şirin adamı ruh hastası eden bir araba bu Tosba, öyle durduğuna bakmayın. Sadece kızların gönlünü çalmak için üretilmiş. Kızın gönlünü çalıp atıyorsun arabaya, iki km sonra yolda kalıyorsun. Hava buz gibi, kliması çalışmıyor. Yağmur yağıyor, silecekler çalışmıyor. Sollayım şu adamı dersiniz ayna kaymıştır falan. Rezillik. Ha üzerine 10 bin lira koyup yürür hale getirebilirsin, ama bence değmez. Bırak gitsin.

Bir de bunun kardeşi var iki tekerlekli. Vespa... "ayyy çok tatlı ya"

Cevabımı biliyorsun. Sen o Vespa ile bi trafiğe çık bakalım, seni ne yapıyorlar. Ondan sonra tatlı mı değil mi tartışırız.

Yazının sonunda romantiğe bağlıyım diye düşündüm de olmadı. Sevgilini al, tut elinden, sokaklarda koştur, gitmek istediğiniz yere sarmaş dolaş gidin desem de pek kalmadı be böyle kız. Dediğim gibi, devir arabalı sevgili devri. 

- Eryaman'dan Kızılay'a yürüyerek mi gidicez ya Necati?
- Haklısın bebeğim.. Sen de haklısın..

Not: Eryaman'dan Kızılay'a yürüyerek giden arkadaşım var ama, yok değil :)