Bir gün yine kitaplara hayran hayran bakarken yanıma dayım geldi. Elinde çok da kalın olmayan 2 kitap vardı. Bana uzattı ikisini de "bak bunlar senin ilgini çeker" dedi. Aldım baktım. Kapakta gözlüklü bir çocuk vardı. Alnında şimşek işareti, altında da bir süpürge. İlgimi çekmişti gerçekten. Benden 1 yaş küçük kuzenim de merak etmişti kitabı. Biraz okumuştu ama birkaç gün sonra top oynamak ona daha mantıklı gelmişti sanırım. Daha dinamik bir çocuktu, zaten oldu olası kitap okumayı hiç sevmemişti.
Böylece kitaplar bana kalmıştı. O gün kitapları okumaya başlamıştım ve uzun süre de elimden bırakamamıştım. Sanırım hayatımda bir seriyi hiç bu kadar hızlı okumamışımdır.
Yıllar geçti, Ankara'ya taşındık. Seri hala devam ediyordu tabi. Dayım ise beni bu batağa bulaştırıp çekilmişti. Kitap pahalıydı herhalde ki ilk korsan kitap alma maceram 4. kitapta ortaya çıktı. Sınıfımıza yeni gelen bir çocuk vardı, adı Ali'ydi, biz ona Cin Ali derdik. Lakabını da sonuna kadar hak ediyordu. 4. kitap çıkmıştı ve bizim Cin de dahil olmak üzere çoğu arkadaşım kitabı okuyordu. Benim de geri kalmamam gerekiyordu. Gittim kitabı nereden aldığını sordum Cin'e, tanıdığı bir korsan kitapçı varmış, oradan almış. "İstersen yarın götüreyim seni, oradan alırsın" dedi, çok iyi çocuktu.
Son derst bitti, Cin ile yola düştük. Geç olmamasına rağmen hava kapkaranlıktı, yani korsan kitap almak için hava koşulları elverişliydi. Cin yol boyunca espriler yapıyor , beni güldürmeye çalışıyordu, ama ben içten içe tırsıyordum. İllegal bir şey yapıyorduk. Korsan kitap! Nihayet korsan kitapçıya geldik, yerde bir tezgah vardı. Başındaki adam sürekli sağa sola bakıyordu. Cin, adamın yanına gitti hemen, selam çaktı. "Benim aldığım vardı ya geçen, ondan alcaz abi, var mı?" diye sordu. Adam telefonla birini aradı, "az sonra gelir" dedi. 5 dakika sonra elinde kitapla bir adam geldi. "Ne kadar?" diye sorduk. "20 lira verin yeter" dedi. İndirim mi yapmıştı bilmiyorum, normalde ne kadar yetiyordu acaba.. Neyse parayı verdik ve oradan tüydük. Eve geldiğimde hatırlıyorum da üstümü bile değiştirmeden koltuğuma oturmuştum. Kitabı okumaya başlamıştım. O gece yarısını, sonraki gece de diğer yarısını bitirmiştim.
Harry Potter serisi benim dönemim için en güzel serilerden biriydi. Bazı insanlar için pek çok şey ifade ediyor aslında bu seri, çünkü birlikte büyüdüğün bir arkadaşın gibi oluyor. Diğer yandan ise haylice çocukça görülüyor ve dalga geçiliyor. Bu bazı değerlerimizi sahiplenmemizle ilgili bir durum sanırım.
Seriyle ilgili anım çok aslında, ama kitaplarıma bakınca gözümün önüne hep bu ikisi gelir. Filmi izlediğimde ise benim açımdan en güzel sahne 4. filmdeki Voldemort'un yeniden doğuşu ve Harry ile olan konuşmalarıdır. Bu sahne birçok Harry sever için önemlidir, çünkü Voldemort'u ilk kez fiziksel olarak izleme şansımız olmuştu. O sahnede Voldemort, Harry için "I want to see the lights leave your eyes" diyor. Bu yıllar yıla süregelen nefretini tanımlayan bir cümle gerçekten. Harry'e duyduğu içindeki o nefreti sözlere döküyor Voldemort.
Seri hakkında klasik olarak "bu kitabı J.K. Rowling trende yazmaya başlamış, işte Hogwarts'a giden o tren de buymuş" gibi şeyler duymuşsunuzdur zaten. Bu kadının 7 kitaplık serideki inanılmaz detayları, gerçekleri öğrenince beyninin durmasını sağlayan durumları bir anda oturup yazmaya başlaması da bana enteresan gelir. Zaten böyle olmamıştır da hep böyle söylendi.
>>Kitapta geçen masonik ögelere değinmek istiyorum. Şaka şaka.. İsmim çıkar michael sikkofield'e inmez uyumayan ses'e. Var ama! Bilin yani :)