31 Mayıs 2011

Yer'siz



Yer, yavaş yavaş yerine oturdu. Dönme zamanı bitti diye düşündü gezegeninin en küçüğü. Aniden yıldızından aşağı düştü. Aslında her zaman olurdu bu. Daha minicikti çünkü. Kendini yıldızı üstünde tutabilme zamanına en az 5 Ay dönümü vardı. Gözlerini açınca diğer yıldızların ona güldüğünü gördü. Daha alayın, korkunun, utanmanın ne demek olduğunu bilmiyordu. Yer, bazı temellerin üzerine kurulmuştu. En bilinen temeller de bunlardı ve bunlar yarım Ay dönümlük bir minik için bilinmesi zor olan şeylerdi. Gözlerini üstüne dikip toz bulutunu uçurdu. Bir ferahlık hissetti. Yıldızların da kahkahası bitmiş oldu böylece. İşte Yer'de görülmek istenen bu güçtü. Yılmadan süregelen güç. Minik'in biricik büyüğü geldi, onu kucakladı ve eski yerine koydu, yıldızını söndürdü, onu uyuttu.




Rüyasında yemyeşil ile masmavinin olduğu bir Yer'deydi minik. Mavi renkte birşeyler vardı, ne olduğunu bilmiyordu ama sürekli devam ediyordu, sanki hiç bitmiyordu. Nerden geldiğini göremedi, nereye gittiğini de. Sonra yanındaki yeşilliğe baktı. Sayıları oldukça fazlaydı. Bu yeşillikler de onun gibiydi, küçücüktü. Yavaşça yanlarına doğru uçtu. Kokusu çok hoş geliyordu bu mavinin. İçinde de gri şeyler vardı. Sanki bunları daha önce görmüştü. Yıldızından düştüğünde hep canını acıtırlardı. Oradan uzaklaşıp yeşil bolluğuna ilerlerdi. Bunlar daha hoşuna gitti. Yanında götürmek istedi onları, gidip bir tutam kopardı. Etrafına baktı kimse var mı diye. Çok iyi, kimse yoktu. Onu kimse görmemişti. Kokusunu daha iyi hissedilmek için gözlerini kapattı, derin derin nefes aldı. O anda bir çığlık koptu. Ne olduğunu anlayamayacak kadar küçüktü. Biricik büyüğüne benzeyen, hızlı hızlı gelen yaratıklar gördü. Bir sistem içerisinde ilerliyorlardı. Düşünceleri aynı renkti. Yoğun bir kırmızı hissediliyordu artık. Renkler kaybolmaya başladı. Minik korkusundan havalandı. Bu kırmızılıktan korktuğu kadar şu kısacık ömründe başka hiçbir şeyden korkmamıştı. Kurtuldum diye düşünürken arkasından bir ses onu yakaladı.


Minik gözlerini açtığında tam da o anda yıldızından yine düştüğünün farkına vardı. Ama bu sefer Yer'e düşmemişti. Boşlukta ilerliyordu. Rüyasında gördüğü o renkli Yer'e doğru ilerliyordu. Ağlamaya başladı, oraya gitmek istemiyordu. Yıldızına baktı, artık çok uzaktaydı, geri dönemeyecekti ve o da kırmızılığın içinde kaybolmaya mahkumdu.

30 Mayıs 2011

Yalnız


Mitya kahkahayı bastı:
>Konyak canım. ''Gene içiyor!'' diye bakıyorsun, değil mi? Ama,
Görünüşe aldanma,
Boş, yalancı kütleye kanma,
Şüphelerini unut...
İçmiyorum, şu senin domuz Rakitin'in dediği gibi sadece ''keyifleniyorum''. Herif yedinci dereceden memur bile olunca hep böyle konuşacak. Otur. Seni bağrıma basmak istiyorum Alyoşka, ama şöyle, eze eze... çünkü bütün dünyada gerçekten... ger-çek-ten... (dikkat et buna!) yalnız seni seviyorum!
Dmitri son sözlerini büsbütün coşarak söyledi.
>Yalnız seni seviyorum. Bir de ''kaltağın'' birine abayı yaktım, bu da beni mahvetti. Fakat aşık olmak sevmek değildir. İnsan nefret ederken de aşık olur. Aklından çıkarma bunu.

Kitap akıp gidiyordu. O ise içine gömülmüş bir halde yaşadıklarını düşünüyordu. O karamsarlık, kitabın o büyüklüğü ve kendisini orada kaybetmişlik hissi, onu çok uzaklara götürmüştü. İnsan yaptıklarına ağlar, yapılanlara değil. Kendi işledikleri, hazmettiklerinden daha ağır gelir. Artık kendini hissetmiyordu.. Geçmişinde yaşıyordu. Dmitri Karamazov ya da Zosima ona yardım edemezdi artık. Onu başka dünyalara götüremezdi. Ruhuna hükmedemezdi.

Yatağının sıcaklığı içinde kavruluyordu. Geçici mutluluk kaynağından kurtuldu. Eline kalem kağıt aldı. Kahverengiye baktı anlamsızca. Derin derin süzdü onu. Bir hışımla gelen hisler aniden kaybolmuştu. Dışardan yağmurun sesi geldi, zifiri karanlıktaki korkutucu hükümdarlıktı o. Pencereyi açıp soluklandı. İçindeki soğuk havayla uyum sağladı.


Odanın köşesine gidip oturdu, yine düşüncelere daldı. Bu sefer beyaza ihtiyacı yoktu. Düşünceleri ona yardım ediyordu. Kimsenin olmadığı gecesinde yaşadığı sayısız gecelerin birindeydi yine. Bir tek ruh vardı aklında, aklından çıkmayan, hastalıklı ve yorucu. Belki de az önce aynı havayı soludu onla. Belki de aynı anda o da düşündü, kendini yalnız hissetti.

Yavaşça ayağa kalktı. Müziği açtı ve tekrar yatağına uzandı. Nefeslerini dinlemeye başladı.


Geçmişi düşünürken bir an olsun göz yaşları durmamıştı. Hep eşlik etmişlerdi bu zorlu yolda. Kendini çok pasif ve kenara itilmiş hissetti. Dört duvarın içinde kaybolmuşken artık alanı daha dardı. Yaklaşık yarım saat olmuştu ve aynı noktaya bakıyordu, birden kendine geldi, ama o kadar kolay olmadı. Garipsedi her şeyi. O kadar etkiliydi ki yaşadıkları ve yaşama hayali, onu nerelere alıp götürmüştü. İki dakika önce soğuk bir odadaydı, ondan önce masmavi bir denizde yüzüyordu, ondan önce en sevdiği filmi en sevdiği kişiyle izliyordu.

Bu gece de yalnızdı. Önceden kendi ruhunun yalnız olduğunu hiç hissetmemişti.

29 Mayıs 2011

Hayat Bu Kadar Basit


Önceden okul bitsin diye beklerdim. Bitsin de yine ağaçlara çıkıyım, erik yiyim. O okul bir türlü bitmezdi ama. Saate bak bak, zaman geçmiyor. Zilin sesini duyunca başlardım eve koşmaya. Gerçi bizim bahçemiz yoktu; ama en yakın arkadaşımın evlerinin arkasında upuzun ağaçlar vardı. Onlara çıkardık, toplardık erikleri. Sonra yıkatmak için kapıcının karısına giderdik. Az emeği geçmedi ha bize. Bir kere bile terslemedi, çok severdi bizi. Sonra karnımız ağrıyana kadar yerdik erikleri. Bir gün arkadaşım anneannesine gitti, uzun süre de gelmedi. Biz de başka bir yere taşındık, bir daha da haber alamadım kendisinden.


Yeni taşındığımız yer de ağaç cennetiydi. Upuzun dut ağaçları vardı. İncecik ben, çıkardım ağacın en ucuna, yerdim bütün dutları. Bir düşsem mümkün değil sağlam kurtulamam, bir yerlerimi kırarım. O da bir eğlenceydi işte bizim için. Okul bitsin de eve gidelim, ağaçlara çıkalım, sonra çizgi film izleyip dışarda olanları anlatalım. Top oynayalım, mahalle maçı yapalım. Ders çalışmak yok ortada. Sürekli eğlence peşindeyiz. Son taşındığımız yerde ben diğerlerine göre büyüktüm. Sürekli gelirler beni çağırırlardı.''Abi gel maç yapacaz, abi gel taso oynıcaz.''

Böyle geçerdi günler farkına bile varamadan. O bitmek bilmeyen dersler de bitti. Büyüdük, kocaman olduk. Üniversiteye gittik. Sonra bir baktım ki artık dersin bitmesini başka şeyler için istiyorum. Hiçbir şeyden eser kalmamış. Ders bitsin de kız arkadaşımla görüşeyim, yanına gidiyim, dolaşıyım ediyim. Bir şeyler içeriz, sinemaya gideriz. Aslında Ankaradan da sıkıldık, başka şehire mi gitsek. Sürekli bir program hali..
   
Fakat bu da geçiyor ve günler yavaş yavaş eriyor. Geriye pek bir şey kalmadı, üniversite bile bitti bitecek. Bundan sonra da iş ortamında aynı şeyi yaşıcaz sanırım. İş güç bitsin de eve gidiyim. Yemeğe çıkarıyım eşimi.
 
E sonra ne olacak? Tabi o da bitecek. İkimizden biri veda edecek ve yalnızlık çökecek bir tarafa. Konuşacak kimse kalmayacak.. İşte hayat bu kadar basit...