20 Kasım 2013

Gecenin Eli

Gece odanda tek başına oturursun. Karşındaki bilgisayar yüzüne ışığını saçar. Kulaklıktan gelen ağır müzik beynine hücum eder. Nefes alışını bile duyamazsın. İyice o karşındaki ekrana yakınlaşırsın, sanki içine girecek gibisindir. Bir oyun oynuyorsun, bir film izliyorsun ya da bir yazı okuyorsundur. Odaklanmışsındır. Ve koluna bir el dokunur. O an vücudundaki bütün tüyler marşa kalkar. Ruhun camdan atlamıştır. Gözlerin ağır çekim elin sahibine döner. Annenle göz göze gelirsin. Korkudan dilin gırtlağından içeri kaçmıştır. Annenin dokunduğu kolun ise hissizleşmiştir. Novosibirsk sokaklarında saatlerdir tişört-şort geziyormuşsun gibi titrersin. Kafan istem dışı sağa sola sallanır. Ve annenden tek bir cümle duyulur: Ben yatıyorum oğlum.. İşte o an annene cevap veremezsin. İyi geceler anne / Ödümü koparttın be! / Allah rahatlık versin annecim / MANYAK MISIN YA! / Altıma sıçıyordum anne! / Tamam, sen yat, ben biraz daha otururum / Canım annecim, iyi ki haber verdin.. Birçok cümle geçer kafandan, birini seçemezsin. Çünkü hepsini aynı anda yaşarsın. Zaten o da cevap beklemeden dönüp gider çoğu zaman. Yatağına yatar ve uyur. Sen hala Novosibirsk sokaklarındasındır. Önce kulaklığı çıkartırsın, sonra gider ışığı açarsın. Mutfağa gidip soğuk su içersin. Oturup nefes alışverişini kontrol etmeye çalışırsın. Annen ise çoktan uyumuştur. Mışıl mışıl. Bebekler gibi.

Hayatımda yaşadığım en büyük korku bu. Gecenin karanlığında beliren el. Tüm hayatı tam üç saniyeliğine donduran. Bir yılandan daha zehirli, bir depremden daha yıkıcı, bir kalp krizinden daha can yakıcı. Tek bir dokunuş ve artık bu dünyada değilsin sanki.
İzlediğim korku filmindeki efektler bile bu kadar korkutucu değil. Halbuki onlar bu amaca hizmet ediyorlar. Beni korkutmak için oradalar. Lakin benim gözüm annemin gelip dokunabileceği kolumun o hissiz yerinde sürekli. Gözlüğümün halt yemesi, elin geldiğini sandığım o insanı kahreden anlar. Yanılsamalar. Bir anda dönüp kapıya bakmalar. Bütün bunlar benim gece korku seanslarım. O filmlerden ben neden korkayım ki? Ben bir korku filminin içinde yaşıyorum. Filmin ismi de Gecenin Eli. Umarım hepiniz beğenmişsinizdir. İyi geceler.

7 Kasım 2013

Döngü

Burası bana ait değilmiş gibi geliyor. Şu an okudukların benim parmaklarımdan dökülmüyor gibi. Yabancılaşma çekiyorum. Kendime karşı. Halbuki geriye dönüp baktığımda, aynı kişi orada. Tekrar ediyorum benliğimi. Defterleri karıştırdığımda üç sene önce yazdığım noktadayım. Biri eline makası alıp beni o günden bu güne montajlamış. Suçlusu kim ise çıksın ortaya çabuk! Göster kendini! Korkak! Tıpkı benim gibi. Gidicem, demişim anneme küçükken. Apartman kapısından öteye gidememişim. Sağa sola bakıp olduğum yere çöküp ağlamaya başlamışım. Çünkü ne kadar uzağa gidersem gideyim, dönüp geleceğim yer belliydi. Hasan isminin bende özleştiği hissiyat bu. Bütün günü dışarıda geçirip gece olduğunda evine dönen teyzemin kuşu Hasan'ın yarattığı hissiyat. Küçük bir aksilik yaşamıştı ama, bizim evimiz yerine üst komşumuzun evinde bulmuştu kendisini. Ona kızmadım. Kuş kadar özgürdü bu hayatta. Özgürlüğünün peşinden kanat çırpıp sıcak yuvasına dönmek istemişti. Ruhumun yapmak istediği gibi. Karanlığın yazılarımla bana tecavüz etmek istediği gibi. Karanlıktan korkum yok. Tek sorun günün iki yakasını da yaşıyor olmam. Geceyi yazı yazarak değerlendirmek. Çoğu zaman da gecenin gündüze karışması. Sabahlamak. Gecelemek var olamaz bu dünyada. Çünkü gündüz insanları geceyi hak etmiyor. Sadece gece insanları günün ilk ışıklarını görüp dinlenmeye çekilebilir. Bir vampir gibi güneş ışığının sızdığı camlarına perdeyi çekebilir. Güneş enseme vurduğunda ise döngünün rahatsızlığını çok net hissediyorum. Benden farkı yok. Yine kendini tekrarlıyor. Gitme o zaman, demek isterdim. Hesap sormaktan kaçındım hayatım boyunca. Hesabı başkasına ödettim. Alman genlerimi dizginledim. Almanları pek sevemedim. Köpeklerini çok sevdim ama sahiplerine itaat etmelerini hiç istemedim. Uslu ol kızım, dediklerinde uslanmaz birer çakal gibi saldırmalarını bekledim. Anasının memelerini emerken çekip aldığı, eve götürüp beslediği, kendisinin evladı olduğunu, erkek olsa oğlum - dişi olsa kızım diyeceğini benimsemiş bir zihniyete itaat etmemesi gerektiğini söylediğimde çoktan dişlerini göstermişti çoban köpeği. İt oğlu it! Kime çekmişse artık.. Bana çekmediği belli. Ben olsam kuyruğumun peşinde dönüp duracağıma, tasmadan kurtulmanın yoluna bakardım. Zira yorulup durduğunda dünyanın aslında senin etrafında döndüğünün farkına varacaksın. Bunu kovalamana gerek yok. Beş bira. Üstüne üç tekila shot. Kafanı yastığa koyduğunda sadece yatağın değil, iç organlarının da vücudunun içinde döndüğünü hissedeceksin. Sabah kalktığında kendi yatağında uyanmış olmak isteyeceksin. Etraf yabancı gelecek, ama duyduğun müzik tanıdık sanki. Çünkü loop'a alınmış bu hayat senin hayatın. Sabredersen hepsi geçecek. Kolundaki saati durdurur gibi durduramıyorsun hayatı. Kendiminkini alıp duvara vurmak isterdim. İçinden dahili numaramı bilen kişilerin kanları aksın, odamı keskin bir koku sarsın. Bir daha nüks edemesinler hayatıma. Sinirlerime ulaşamasınlar. Mümkünse onları aldırmak istiyorum, yararı yoksa kes gitsin doktor. Sök! Bana lazım değil! İsteyenlere pay edersin. Ayaklarım üstünde durabileceğim kadarını bırak, bana yeter. Yetmediği noktada aileme başvuracağım. Sol kolumun altına babam, sağ kolumun altına annem. Tam da olması gerektiği gibi. Bana karşı gelmezler değil mi? Hiç zannetmiyorum. Ben de olsam, aynısını oğlum veya kızım için yapardım. Çünkü bu güdü içimizde. Kimse eksikliğini hissetmiyor. Eksik olan tek şey ise uyku. Her şeyi yaptıran, bütün günün ardından son dakika golünü atan. Boyun eğmezsen rövanşı rüyalarında almak için nöbet tutan. Her şeyin sorumlusu. Bana bu yazıyı bitirten. O gün annem beni balkondan izlerken, arkama bile dönüp bakmadan sokaklara karışsaydım, şimdi seninle kafa tutuyor olurdum. Ne haddime! Günün dönmesine içiyorum rüyalarımı.

5 Kasım 2013

Keşke


Kinyas ve Kayra. Sanki ikisi de var içimde. Ölü bir beyin daha baskın. Aslında o gün okumayı bırakmalıydım. Kitabı kapatıp yatağımda uzanmaya devam etmeliydim. Gözlerim dinlenmede, aklım ise çitin üzerinden atlarken koyunlara selam vererek uykuya çekilmeliydim. Mum ışığı odamı aydınlatmalı, kanlarından alkol akan insanlar haykırmalıydı dışarıda. Ouagadougou’da oturan akrabalarıma, Ankara’da hayatıma dahil olan arkadaşlarıma hal hatır sormalıydım. Hiçbirini yapamadım. Yapmadım. Aslında o gün yazmayı bırakmalıydım. Çünkü yazacak bir şey kalmamıştı geriye, okunacak bir şey kalmadığı gibi. Hatta yaşamayı bırakmalıydım. İçim acırken. Kalbimin atışının yavaşladığı gecede, tiz bir sesle ekranda beliren sıfırın yanında dümdüz giden, istikrarını hiç bozmayan bir çizgi gibi yığılmalıydım olduğum yerde. Ama olmadı. Devam ettim nefes almaya. Devam ediyorum. Belki daha iyisini yapabilirim diye.