11 Ocak 2014

Fikir Taneciklerim #12

-Tiyatro, kan, çirkeflik, yalan, zulüm, küfür, hepsinden önemlisi ırkçılık. Bu saydıklarımın hepsi tek bir sporda toplanmayı başarmış: Futbol. Sondan başlasam, ki ırkçılık, futbolun her yerine nüfuz etmiş durumda. Bütün reklam panolarında yazıyor: "Say NO to Racism!". Türkiye'de de bu ırkçılık konusu, bundan iki sene önce Emre Belözoğlu - Zokora arasında geçen diyaloglar sonucunda patlak verdi. Emre'nin yaptığı birçok şeyi hatırlamıyorum, ama sarf ettiği o hakaret hep aklımdadır. İstediğiniz kadar kendinizi yırtın futbol kurulları, bu ırkçılığın önüne geçmek mümkün değil. FIFA lafım sana! Çünkü birçok futbolcumuz ahlaksız ve de eğitimsiz. Fair-play, ki temelinde herkese adil olmayı temenni eder, Türkiye'de yoksun. Düşene el uzatmayan, kendine temas olmadığı halde kendini yere atan, meslektaşına küfür eden, otoriteye (hakem) kafa tutan futbolcuların yeşil sahada oynadığı tiyatroyu izliyoruz hepimiz. Mesela bütün Galatasaraylılar Eboue'nin kendini yere atmasından bıktı, Eboue bıkmadı ve bıkacak gibi de durmuyor. Dünya'da ise Real Madrid'li Pepe'nin Barcelonalı futbolculara kafa göz girmesini her maçta görüyoruz. Zamanında Zidane'nın Materrazi'ye attığı kafa geliyor aklıma. Genel anlamda düşündüğümde gerçekten içi pisliklerle dolu bir spor izliyoruz. Peki neden izlemeye devam ediyoruz, nasıl bundan zevk alıyoruz? İşin içine kendimizi dahil ettiğimizde zevk alıyoruz. Futbolcunun ettiği küfrü kendin etmiş gibi hissettiğinde,  futbolcunun kendini yere atıp penaltı aldığında duyulan heyecanı hissettiğinde zevk alıyorsun. Yani bu yalana dahil olduğunda. Tuttuğum takımın her zaman yanındayım, ama bir fanatik değilim. Holigan değilim. Fanatizm bu Dünya'da anlayamadığım en büyük olgu.

Futbolcu, karşı takımın futbolcusunun ayağına tehlikeli bir şekilde giriyor, sonra hakem sarı kart veriyor ve gidip hakeme itiraz ediyor ya. İşte o anda futboldan soğuyorum. Anlatabiliyor muyum?

-Ailenin tek çocuğuyum. Küçük çocuklarla da hiç anlaşamıyorum. Asıl sorun: onlara nasıl davranacağımı bilmiyorum. İçimde abilik güdüsü yok. Babalık güdüsü de beraberinde eksik. Büyük bir sıkıntı aslında. Bir keresinde annesi tuvalete gireceği için küçücük bebeğini bana verdi tutmam için. Nasıl tutacağımı şaşırdım. Bebek bana bakıyor, ben bebeğe bakıyorum. Tek kelime etmiyorum. O da etmiyor doğal olarak. 30 saniye kadar bakıştık. Benden etkilendi sanırım. Sonra bir kız geldi yanıma. "Aman da ayyy da aman da bu da nası da tatlı da bi kızmış da aman da" gibi içinde bolca "da" geçen cümle kurdu. (Rus mu nedir? ...  Laz mı acaba?) Verdim bebeği eline "ne haliniz varsa görün" gibisinden, çektim gittim. Bu küçüklere olan sevgi beynimin neresinde ise onu doktora göstertmem lazım. Bu sevgiye fazlasıyla sahip olanlar da bence gitsin bi doktora. Öyle şebeklik mi olur allah aşkına? Özellikle bu tip insanların küçük çocuklarla diyaloğa girmesine hiç anlam veremiyorum. Çocuk dediğin tekil kelime kullanır. Baba, anne, mama, evet, hayır, tamam, iyi, (kibar konuşmasını isteyenler için) lütfen, yaaa, bana ne, oyuncak. Bunlar var çocuğun müfredatında. Sen de çocukla iletişime geçince, mesela telefonda, aynen şöyle bir şey oluyor:

  • Mert, alo, Mert.. Abicim nasılsın? 
  • İyi.
  • Napıyosun bakalım?
  • ... (Ses yok)
  • Yemeğini yedin mi?
  • Evet
  • Nasıldı, güzel miydi?
  • Evet.
  • Ben yarın size gelicem, seni parklara götürcem, tamam mı abicim?
  • Tamam.
  • İyi hadi, annene babana selam söyle, öpüyorum seni.
  • Tamam

Çocuğa evet-hayır sorusu sormazsan eğer ilerlemeyen bir diyalog örneğidir bu. Yeri gelmişken de söyliyim. Abicim, annecim, babacım diyince olmuyor. Baba sensin, babacım diyorsun, böylece o baba oluyor. Muhteşem bir anlam karmaşası.

-Bir sene olacak D-Smart'a üyeyim. Reklamların büyüsüne kapıldım. Baktım 49 liraya hem internet hem tv yayını veriyor, başvurmak istedim. Bir insanı kademeli olarak nasıl s.kerler onu gördüm. Başta güzel geliyor tabi. Hem kotasız 8 megabit internet var, hem içinde HD kanallar olan tv yayını var. Ohh ohh mis gibi, dedim, aradım. Durum aynen şu: kadın diyor ki kampanyanın kuralları şunlar şunlardır. Aylık 49 lira. 2 yıl da taahhütlü. Onaylıyor musunuz? Evet. Buraya kadar her şey normal. Sonra sadece bir defaya mahsus şu kadar bir para alıyoruz sizden, ilk faturanıza yansıyacak. İyi tamam. Bir de televizyon genel bilmem ne b.klarına göre bi ücret daha kesilecek. Üff peki. Dekoder parası, çanak parası derken her şeye evet demek zorunda kalıyorsunuz. Bunlar giriş paketi. Bir üst pakete geçmek istiyorsanız 10 lira daha. Spor kanalları için 10 lira daha. Sinema paketi için 10 lira daha. Bir kanala sokuyorlar sizi ve o noktadan sonra geri dönemiyorsunuz gerçekten. Onu verdiysem bu parayı da veririm diyerekten geçirdikçe geçiriyorlar. Telefonun diğer ucundaki kızlar da nasıl tatlı konuşuyor nasıl tatlı konuşuyor, bunların hepsi 1000 lira dese tamam dersin. Her neyse, ilk ay faturam geldi, 150 küsur lira. Her ay 80 liraya yakın para ödüyorum artık. Çıksam üyelikten, diğerleri de aynısının laciverdi. Sonuç olarak kime kendimizi kazıklatacaz, ona karar veriyoruz.
-Dün Hakan Günday'ın Azil, Az, Zargana, Kinyas ve Kayra kitabından sonra benim için beşinci kitabı olan Daha adlı kitabını bitirdim. Aralarından favorim olan Kinyas ve Kayra ile oranla yine içinde kompleks cümleler barındırıyor. Zaten yazarın beğendiğim yanı bu. Kitabı çerez gibi değil durup düşünerek okumanız gerekiyor. Çünkü içinde tüm kitabı birbirine bağdaştırdığı olgular var ve bunu çok güzel süslüyor. Çoğu zaman yazı yazmamı Hakan Günday engelliyor. O kadar başarılı ki cümleleri, benim kurduklarım yanında sönük kalıyor. Kendimle onu kıyaslamam doğru değil belki, ben sadece amatör bir bloggerım. Diğer bir konu ise kitaptaki karakterlerin yaşadığı, gezdiği yerler. Ben de işim gereği oldukça çok geziyorum. Mesela Kinyas ve Kayra'daki Burkina Faso -Ouagadougou şehrini görünce gözlerim yerinden çıkmıştı. Orada tam 6 gün geçirdim. Daha'da İslamabad'dan geçtiği yolu anlatırken henüz bir hafta önce geçtiğim yollar geldi aklıma. Bu durum da beni kitaba bağlayan konulardan biridir.

Daha kitabında beni yakalayan cümleler:

  • ...Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi her şey, kumaşlarla ilgiliydi. Adalet tanrıçası Justitia'nın göz bağından bayraklara kadar, her şey bir kumaş meselesiydi... Hâlâ çıplak kalabilmiş birkaç Amazon yerlisinin yüzlerindeki o huzur, kumaşsızlıktan geliyordu.
  • ...Birbirini yiyen o hayvanlar, her şeyi yiyen o insanlar, bütün cesetleri yiyen o böcekler, o böcekleri yiyen başka böcekler... "Hepsinin de amına koyayım!" diye bağırıyordum. "Bu doğayı hayal edenin de, bütün bu et yiyip kan içme sahnelerine mucize deyip, hepsi için de şükredenlerin de ta amına koyayım!"
  • Sonra da biraz yürüyüp düştüm... Kalktım ve biraz daha yürüdüm. Sonra bir daha düştüm. Bir daha kalktım, yürüdüm. Ve bir daha düştüm. Paranın kalanı da öyle bitti. Düşe kalka... Elimde bir şişe votkayla...
  • "Bir kamyon var! Amcamın kamyonu! Binersin, gidersin! Afganistan'a elma götürüyor. Seni de götürür.
          "Anlaştık" dedim.

          "Kadın ister misin?"

          Yine güldüm.

         "Ben şu andan itibaren bir elmayım, Babar. Ne yapabilirim ki bir kadınla?

         "Tamam işte!.. Sana bir kadın bulurum, o da ısırır seni!"

         "Boş ver!" dedim. "Kimseyi cennetten kovdurmayalım şimdi!"

Daha kitabını okurken bir arkadaşım "onun konusu ne?" diye sordu. O anda elli tane şey söylemek istedim, ama cümleler ağzımdan çıkamadı. Sanırım Hakan Günday'ın kitaplarındaki derin konuları karşı tarafa aktarmak pek kolay olmuyor.

4 Ocak 2014

Hiç Anlatma, Tadımız Kaçmasın.. Bozuşmayalım..

Çoğu blog'u okuyamama sebebim, beni bu yazı işinden soğutan şey ne biliyor musunuz? Anlatım bozukluğu.. ÇAT!!! Pencere kapandı. Yazının bittiği an. Ulan senin ne haddine bunu eleştirmek? Hayır, ben hem bir yazar hem de bir okurum. Eğer ki okuduğum yazı birden fazla anlatım bozukluğu içeriyorsa kendimi onu anlamak için zorlayamam. ÇAT!!! Pencere kapanmadıysa bile, artık kesinlikle kapandı.

Böyle bir sıkıntı var, evet, ne yazık ki çoğu blogger yazdığı şeyi okumadan paylaşıyor. Kıskanıyorum onları. Muhtemelen eve gelince o adam çıkarıp kazağını odanın ortasına atıyordur. Bilgisayarının masaüstü klasörlerle kaplıdır, telefonundaki mail kutusu 1724 sayısıyla kıpkırmızı parlıyordur. Eminim. Asıl kıskandığım nokta ise bu kişilerin okunuyor olması. Ben de okunmuyor değilim, ama bazı yazılar karşısında kendimi yerden yere vuruyorum.

#Eğer ki eğitiminde Türkçe dersine gereken önemi vermediysen, anlatım bozukluğunu anlaman mümkün değil zaten#

Aslında bu yazı oldukça riskli. Çünkü kendimi ister istemez ateşe atmış oluyorum. Otorite yaratmak isterken, eleştiri odağı olabilirim. Bugünden sonra yazdıklarım, şu an yazıyor olduğum, hatta yazmış olduğum yazılar incelenip "aha sen de böyle bir anlatım bozukluğu yapmışsın!" diyebilir biri çıkıp. Ahh keşke dese de "okuyor, dikkat ediyor adam" derim ben de. Yok, kendimi kandırıyorum. Öyle bir insan çıksın, çocuğumu keserim ben. Live Blog açarım, izletirim.

Bazı yapılan yanlışlara (kahrolsun bağzı şeyler) fazlasıyla uyuz oluyorum:

Geri İade

Allahım sana geliyorum!! Şöyle kalınca bir sözlük olsa da "aç bak ulan, aç lan şunu, iade ne demekmiş bi bak!" diyerekten sözlüğü kafasına vurmak istiyorum. İade ediyor, yani bir şeyi geri veriyor, utanmadan bir de başına "geri" ekliyor. Anladım ki senin veriş tarzın farklı. Geri geri veriyorsun. Tamam

-De, -Da eki

Esra Erol'a katılsam (iki gündür izliyorum da bilinçaltımı işgal etmiş kadın) aradığınız kişideki özellikleri sayar mısınız, diye sorsa Esra Erol. İlk diyeceğim özellik -de, -da ekini doğru yazsın, doğru kullansın olurdu. Yani bunun farkına var, 1-0 önde başlarsın benim için müsabakaya. Neyse şaka bir yana, bunu kafadan eleme malzemesi olarak görüyorum ben. Çok rahatsız ediyor beni. Dahi-dâhi okunuşu olsun, bu olsun, nasıl kafayı yiyorum anlatamam. Yanlış kullanıyorsa hayat enerjim çekiliyor. Anime karakterleri gibi, ÇAT!! Kafamı yere vurmak istiyorum.

Yarın, Hayır

Anlatım bozukluğu değil, ama o kelimelerin a'sını uzatıyor hani. Yaaaaaaaarın, diyor. Haaaaaaaaayır, diyor. O açılan ve açık kalmakta ısrar eden ağzına odunla vurmak istiyorum.

Yazı sadist bir noktaya doğru gidiyor bi durup baktım da şimdi. Az kalsın önüme geleni dövecekmişim. Neyse son bir örnek daha yazmak istiyorum:

Çok

Çok başım ağrıyor. Kaç tane başın var, bilmiyorum. Benim bir tane var mesela. Ha eğer ki başının ağrıdığını ve yerinde duramadığını belirtmek istiyorsan: Başım çok ağrıyor, diyebilirsin. Biri "çok karnım ağrıyor", "çok k.çım ağrıyor" falan diyince, bana yine bişeler oluyor.
Kan kustum yazıda. Daha çok örnek var, ama bunlar beni en çok yıkanlardı. Zaten daha da uzatırsam TDK'ya dönmüş olurum. Rahatça uyuyabilirim artık.