8 Ekim 2017

Korkak

Ağlıyordum. Durmadan ağlıyordum. Kendimden geçercesine ağlıyordum. Gözlerimin şişkinliğinden ve kanlı olmasından, burnumun durmadan akışından ve hırpalanışından, dudaklarımın büzülüp dişlerimin birbirine vuruşundan, çenemin sızlanıp kaşlarımın kırışmasından, vücudumun hüzne tüm tepkisinden, her halimle, bütün ruhumla ben ağlıyordum. Bitap düşüyordum ve toparlanamıyordum. Sonu gelmeyen bir kriz adeta, ölüyordu bedenim. Zihnimin kapandığını, karanlık bir sokakta ilerlediğimi, yoldaki bütün lambaların birer birer söndüğünü hissediyordum. Adımlarımı attıkça karanlıktan süzülen soğukluk içime işliyordu. Bir köpek ağlıyordu, bana eşlik ediyordu. Sahibi onu balkona hapsetmişti. Usul usul ağlıyordu. İçten. Kapanmış bedeni özgürlük istiyordu. O ağladıkça ben ilerlemeye devam ediyordum. Ta ki neden ağladığımı unutup bir anda duruncaya dek. Beynimizin çalışma mekanizmasına yine hayran kalmıştım. Sakin ruhumuza işleyen kötü düşünceler bizi bir anda ağlamaya sevk ederken, bunalan ruhumuz çıkış yolu arayıp mutluluğa yöneliyor. Kendimizi o dalgadan kurtarıp başka bir dalgaya sokuyoruz. Döngü. Mükemmel bir işleyiş. Zamanın akışını hissettiğim harika bir yaşam.

Durdum. Kesildi ağlamam. Çünkü ağlayacak bir şey kalmamıştı. Akmıştı zehir, ruhum arınmıştı. Sahi ben neden ağlamıştım? Bunu kendime sorduğumda aklıma yine döngü geldi. Çünkü karanlığa yönelen zihnim kendini ele vermişti. Ben neden ağlamıştım?

Şarampole yuvarlanmış hayatım, yolda gitmeyen düzenim, ters yüz olmuş bedenim. Hepsine tek bir basit soru soruyordum; ama cevabını alamıyordum. Çünkü cevabını öğrenmek istemiyordum. Bazı sorunların cevabını öğrenmeye korkar insan. Bilmek güçtür; korktuğu için mi ağlar insan yoksa ağladığı için mi korkar, ağlaması hiç bitmeyecek diye. Ağlamak bir kaçış yolu mudur? İnsan rahatlar mı ağladın, o zehir gerçekten akar gider mi yoksa ruhumuzun karanlığında saklanır mı?

Tekrar ağlamaya başladım, çünkü neden ağladığımı hatırlamıştım. Sensizliğe ağlıyordum. Sensiz yapamayacağıma, sensiz nefes alamayacağıma. O an insanın içine işleyen yoksunluk hissi, bütün vücudu ayağa kaldırabiliyor. Hayran kalmamak mümkün mü? Her geçen saniyede o el bir adım senden ileri gidiyor.


Ben kısmi felci yaşarken, diğer benliğim bana bakıyordu. Çünkü dışarıdan her şeyin normal görünüp içinin acıması böyle bir izlenim yaratıyordu. Yokluk ve belirsizlik görünümüydü bu. Bu bir korkağın ölüşüydü.

16 Eylül 2017

Bug

Ayağımın altından gelen çıtırtı. Dümdüz olmuş hamamböceği. Sanki beyni çıkmış. Yemyeşil yer(ayağımı kaldırınca kavuşacağım manzaraya olan hayal gücü). Gözleri yerinden fırlamış, kulaklarından sıvı fışkırmış, bacakları kağıt olmuş. Ayağımın her hareketinde gelen farklı çıtırtılar. Seslere karışan trafik. Ayakkabımdan izi bir sürü silinmeyecek böcek sıvısı. Tiksinti. Yok oluş. Var olmayış. Varlığına son veren ayağımın hükmüyle. Bir dakika öncesine kadar durmadan diğerinin önüne geçmeye çalışan, doğuşundan beri kahrımı çeken, sabah uyanınca usul usul izlediğim, bazen ovaladığım, bazen hırpaladığım, bazen de kaşıdığım ayağım. Cellat. Kıpkırmızı kan. Oluk oluk aktığını gördüğüm bayram. O soğuk havaya karışan sıcak kandan çıkan buhar. Gözlerin beyazları çıkıp nefesin kesilmesi. Kanın akıp ayaklarıma kadar varması. Sabah kalkıp baş parmaklarını yukarı aşağı hareket ettirdiğim ayağımın parmakları. Kaderine lanet edip kaderini kederle yaşayan kepaze kerizler. Kendinize yapmayın bu zulmü. Tatlı bir uykuya dalan sade beyinler. Sorunsuz. Sıfır düşünce. Boşluk. Tepeden tırnağa. Hayır, değil bu mutluluk cehaletten. Düpedüz kaygısız ve boş yaşam. Virgül dolu hayat, taptaze bir beyin. Zonklamıyor hiç. Çağırışımdan uzak, ne bildiğini bilmeden yaşayan kıvrımlar. Ceviz gibi sert dışı. İçi zaten benzer. Yan yana koy, bak! Bütünlük mü yok? Bütünü de büsbütün bağımsız. Hep öyledir. Bazen senin içindir, bazen kendin içindir. Sonra dönüp bakarsın, o ben miyim diye. O günkü senden sensizlik kalmıştır. Sessizdir çevren, donuktur çehren. Kapalıdır gözler, orada mıdır? Bilen olmaz. Teksindir. Yalnızlık değil midir bu? Kavram değişmiştir. Yoksunluk vardır. Bulutta düşünceler. Nereden geldi aklıma şimdi, hiç bilmem. Yazmazsam da şimdi aklıma geldi, dönüp de baktığımda hatırlamam. İstemem demek ki hatırlamak, kalsın tozların içinde olması gerektiği gibi. Aksın gitsin toprağa, hiç var olmamış sanki. Uzay boşluğunda dolaşsın. Başka sahibine yamansın, kaybolsun gözümden. Kaybolmasını istemediklerime yer açsın. Onlar orada kalsın, istediğim olsun. İstemediğim isteksizlikte boğulsun. Harfler tükensin, hep olduğu gibi. Y zı ar n da b r s nu ol uğ g i..

23 Ocak 2017

Gerçek

Kapıyı araladığımda burnuma aşkımın kokusu geliyor. Derinlerden gelen huzur kokusu ciğerimi dolduruyor ve gözlerimi kapatıyorum. Aynı yavaşlıkta kapıyı kapatıyorum arkamdan. Tüm yorgunluğum ayak parmaklarıma iniyor ve oradan usulca beni terk ediyor. Ruhum kabarıyor. Aşkımın elleri ellerime dolanıyor. Birlikte yürüyoruz sıcak zeminde. Balkona doğru ilerleyip aynı anda gözlerimizi açıyoruz. Masmavi bir gökyüzü, bulutların eşliğinde boydan boya gözlerimizin önünde. Aşkımla koltuğa geçip birbirimize sarılıyoruz. Bu gün her yaşadığımız gün kadar sade ve temiz. Hep yaşadığımız huzur kadar saf, çünkü hayatımız da bir o kadar güzel. Aşkımın boynunda geçecek bir ömrün hayaliyle gözlerimi tekrardan kapatıyorum ve artık o hayalimdeki güzellikte nefes alıp vermeye devam ediyorum.

Öteki ben sordu: "Hayattaki tek gerçek nedir?". Uzun süre düşündüm. Önce aklıma "aşk" geldi. Çünkü bu fiyakalı bir cevaptı. Gönül fetheden, dudak uçuklatan bir cevap, söylendiği taktirde karşı tarafı etkileyen ve kafada "romantizm" uyandıran. Aşk... Karşılıksız sevgi(?). Sonu olmayan mutluluk adeta. Sonra cevabımı değiştirdim. Ölüm, dedim. Ölüm, yeni aldığın deftere yazmaya başladığın o özenli cümleler gibidir. Sayfaları çevirdikçe zevksiz cümleler çıkar karşına. Her cümle birbirine girer, boka sarar anlamlar. O an öldüğünü anlarsın. Bilirsin ki her daim mutsuzluk kol geziyor bu hayatta. Ölüm ise tek gerçek ve biz hep bu gerçeği unutuyoruz. Yaradılışımız bu gerçeği unutmak üzerine kurulu. Eğer ki hatırımızda kalırsa yaşayamayız. Ölümü aşkın pençesindeyken hatırlarız. Çünkü sevdiğin kişiyi kaybetmek de bir nevi senin için ölümdür. Yaşanılmaz hayatı yaşanılır kılmaya çalışmak için geçecek bir ömür, merhaba! Bundan önce sen ve ben vardık, bundan sonra sadece ben kaldım artık. Bu hayatta bir kişi eksiğim.



Ne hayal ediyorum, biliyor musun? Spot üzerime vuruyor. Sahnede tek başımayım. Bir çift göz beni izliyor. Seyircim sensin. Gözlerimi kapatıp gitarımın tellerine vuruyorum. Sesim dalgalanıyor. Heyecanlanıyorum. Sana olan aşkım beni heyecanlandırıyor. Sahneye ulaşıyor kokun ve sesimle harmanlanıyor. Şarkımı söylüyorum. Benimle uçmak ister misin bu gece? Böylesine güzel bir şarkıyı ben yazmış olmayı diliyorum. Çünkü kelimeler kifayet kazanıyor adeta. Hoşuna gidiyor. Hoşuma gidiyor. Gözlerimi açtığımda yanındayım. Aramızda sadece gitar var. Bu odada sadece sen ve ben varız. Bundan sonra da hep böyle olacak. Sana şarkılar söyleyeceğim. Gözlerinin içine bakacağım. Çünkü onlar aşkla bakıyor bana. Çünkü sesimin dalgalanması kadar güzel aşkımız.

11 Eylül 2016

Baraka

Kayalar kızıl, ağlıyor.
Yüzümüze vuruyor damlalar.
Kızıllığın ucunda bir baraka,
Göğüs geriyor dalgalara.
Tek başına,
Bir o kadar da güçlü.

İki çift göz izliyor barakayı,
El ele.
Keşke, diyor dalgalar
Ayakların yere bassaydı,
Hiçbir şey havada kalmazdı.

10 Eylül 2016

Sen

Yolda yürürken,
Düşer cebimden kalemler.
Yolların bitmeyeceği gibi tükenmez kalemler,
Sana,
Tükenmeyen aşkım gibi,
Ki bunu sana hiç hissettiremem.

Bir bir toplarım yaşanmışlıkları.
Hepsi tükenmiştir gözümde
Ve birer birer canlandırırım önümde,
Öykülerimde,
Gözlerinin önünde.
Bende bitmediğin için,
Hiçbirinde sen yoksun.

Hatırlarım bazen sensizliklerimi,
Hissederim sana olan sevgimi,
Düşününce ne güzel,
Başlar "sen"le hepsi.