26 Aralık 2013

Ben gibi

Gözlerim yürüdüğüm yolu takip ederken birinin yanan çakmağı dikkatimi çekti. Fötr şapkası başında, sigarası ağzında, Zippo çakmağıyla alevi yoktan var edip dumanı içine çekti ve sağ gözünü hafiften kısarak bana selam verdi. Sanırım gözünü kırpmak istemişti. Nedenini soran donuk suratımla yüzüne baktım. Elindeki gitarın la teline vurup memnuniyetsiz hislerini dudaklarının ucuna yolladı. İlgimi çekip ortadan kayboldu gözlerimin önünde. Müziğinin arkasına gizlendi. Tellere vurdu. La majör. Benim de gitarı elime aldığımda vurduğum ilk akor gibi. Ne zamandır gitar çalmıyorum, dedim kendi kendime. Müziği bırakmıştım. Belki Teoman değildim, ama çalmayı bıraktığımı görüyordum. Elimin gitara gitmediğini, sesimin köreldiğini. Kızıyorum kendime. Senelerce uğraşıp parmaklarımın nasır tuttuğu, klasik müziğin beni olgunlaştırdığı, akustik tonların odamı inlettiği, elektro akorların beni asi kıldığı, yüce evrende kendimi kaybettiğim notaların uğruna verdiğim zamanın yitip gitmesi çok hüzünlü. Hayatım boyunca yiyip bitirdiğim insanların listesine eklenen bir çizik sadece. Müziğe dönmem gerektiğini düşündüm. Sonra vazgeçtim. Pazartesi başlanan diyet gibi. Paralar saçıp yıllık abone olunan spor salonları gibi. Belki o gün sokakta dikkatimi çeken bir sporcu olsaydı, yazıya kendime bakmamamdan başlayabilirdim. Spor yapmayışımdan, ama sürekli yapmam gerektiğini düşünmemden. Gidip bi trenchcoat alıp Milano Moda Haftası'nda boy gösteren kumral, saçlarının bir tarafı uzun ve yana yatık adamlar gibi sokaklarda gezmek isteyişimden bahsedebilirdim. Daha da kötüsü olabilirdi. Yolda bir Japon görüp Japonca öğrenmem gerektiğini ve Katakana, Kanji diye devam eden bir yazı okuyabilirdiniz. Neyse ki böyle bir şey olmadı. Bunları size anlatmak zorunda kalmadım. Kendime ise tekrar tekrar hiç anlatmak istemiyorum. İçimi saran maymun iştahlılık bir türlü bitmiyor. Her şeyi isteyip ısırık aldıktan sonra bitip gidiyor. Tıpkı la majörün tınısının kulaklarımda bitmesi gibi. Tıpkı benim hevesimin de bitmesi gibi. Tıpkı ben gibi.