6 Temmuz 2013

Kan Yazı

Yüzüne haykırdım. "Yazamıyorum diyorum size! Beni anlamıyor musunuz ha?". 

Çok sinematik bir durum oluşmuştu bir anda. Tepkimi düzgün Türkçem ile birleştirince ortaya böyle bir sonuç çıkmıştı. Birkaç saniye kendine gelemedi. Üstüne çeki düzen verdi. Yaka paça tutup sinirle koltuğuna doğru itmiştim onu. Beyaz önlüğünün tek düğmesini ilikledi. Hafifçe ayağa kalktı ve ellerini beline koydu. Anlıyorum, dedi. Anlamadığı gözlerinden okunuyordu. "Bu sık karşılaşılan bir durum. Parmaklarınızı uzatır mısınız?". Ricasını geri çevirmedim, parmaklarımı uzattım. Yeni nesil iki kutu çıkardı çekmecesinden. Parmaklarımı kutulara soktu. Göz göze geldik. 34 saniye boyunca tek kelime konuşmadık. Sadece önlüklü fotoğrafının bulunduğu eski bir çerçevenin yanındaki modern saatten gelen tik tak sesleri sessizliğimizi bozuyordu. Tahmin ettiğim gibi, dedi. Tahminini paylaşmadan önce karşısındaki insana yapılan zulmün cümlesiydi bu. Eeee, diyerek gözlerimi devirdim ve tahmini bekledim. Reklama girmek üzere olan bir yarışmanın heyecanı vardı içimde. Siz... siz yazamıyorsunuz, dedi. Aklım çıkmıştı. Hayır, tahmini sonucu yazamamama değil,  bir saat için ödediğim 255 dolarlık ücrete aklım çıkmıştı. Var olan bir şeyi şu an yeni anlamış, teşhis koymuş ve beni kurtarmış bir tavrı vardı. Yani demek istediğim: Siz yazamıyorsunuz ve hiçbir zaman da yazamayacaksınız, dedi. İşte aklım şimdi yerine gelmişti. Hiçbir zaman yazamamak? Ellerim titredi. Umutsuzca parmaklarıma tek tek baktım. Lisedeyken top çarpıp yamulan orta parmağıma daha dikkatli baktım. Suç onda olabilirdi. Sinirim dinmiş, yerini şüphe almıştı. Doktora bir şey demeden ayağa kalktım, kapıyı açıp çıktım. Sinema sahnesini devam ettirmek istiyordum. Şu an odada bir kamera olsa, açık kapının karesinden benim yavaş yavaş yürüyüşümü ve geri kalan hayatıma duyduğum çaresizliği güzel bir şekilde yansıtabilirdi.

O gün eve gitmek istemedim. Doğruca kendimi Boğaz'a attım. Hava daha yeni aydınlanıyordu. Sürekli aynı şey dönüyordu kafamda. Hiçbir zaman yazamamak. Gözlerimin önündeki perde kalktığında Boğaz kenarında bir kafede oturmuş elimde ince belli bir bardak, çay tutuyordum. Beni kendime getiren şey çayın sıcaklığıydı. Orta ve baş parmağım yanıyordu. Yanmasına izin verdim, bugünden sonra bir işe yaramayacaklardı ne de olsa. Bir yudum aldım çaydan. Rüzgar, deniz kokusunu burnuma getiriyordu. Derin bir iç çektim. Ne yapacağımı düşünüyordum. Şimdi ben bu durumu aileme, arkadaşlarıma nasıl anlatacaktım? -Anne? -Efendim, oğlum? -Bugün doktora gittim, bir daha yazamayacağımı söyledi... Acaba ben mi abartıyordum? Belki de beni normal karşılardı. Olur öyle, der ve giderdi. Yemeği hazırlar, hadi gel yemek hazır diye bağırırdı. İyice içime sıkıntı basmıştı. Eve gitmeme kararı aldım. Hiçbir zaman eve gitmemek.

Yolda amaçsızca dolaşmaya başladım, bütün günümü yürüyerek geçirdim. Gidip doktoru öldürmeyi düşündüm. Sinirim geçmiyordu. Bu hastalığı benden başka sadece o biliyordu. Onu ortadan kaldırmalıydım. Böylece sorun çözülürdü. Her şey aniden oldu. Dönüp koşmaya başladım. Cebimde bir kalem vardı. Yazdığım günlerden kalma eski bir kalemdi bu, iş görür diye düşündüm.

Doktorun kapısını yavaşça çaldım. Kalbimin ritmi ile kapıya vuruşum hiç örtüşmüyordu. Profesyonel bir katil gibi hissettim kendimi. Soğukkanlılığımı koruyordum. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Doktor beni karşısında görünce oldukça şaşırmıştı. Üzerindeki önlüğü çıkarmış, sivil kıyafetlerini giymişti. Mesai bitmişti anlaşılan. Bir yere mi gidiyorsunuz Doktor Bey? Sizinle işim henüz bitmedi, dedim. Cebimdeki kalemi çıkartıp boğazına sapladım. Gözleri kocaman açıldı. Zorlukla boğazındaki kalemi tuttu. Yavaşça aşağı iniyordu, dizleri boşalmıştı. Nefes alamıyor, boğazından adeta kırmızı bir şelale akıyordu. Dizlerinin üstüne düştü. Kapının eşiğinde can çekişiyordu. Sırrımı boğazına gömmüş, kanının akmasını izliyordum. Kanı aktıkça yazdıklarım birer birer siliniyordu defterlerimden. Kelimeler uçup gidiyor, kayboluyordu. 3 dakika 50 saniye boyunca bacaklarımı tutarak nefes almaya çalıştı ve can çekişti. Yazamama suçunu ona atmıştım. Yer, kan gölüne dönmüştü. Görüntü karşısında parmaklarımdan kan çekildiğini hissetmeye başladım, akanın parmaklarımdan gelen kan olduğunu anladığımda doktor çoktan ölmüştü. Vücudumu, doktorun yanında buldum. Yanına kıvrılmıştım. Parmaklarımdan başlayarak bütün vücudum kana karışıyordu. Yok oluyordum. Doktorun gözlerine baktım, sonra da yok olan parmaklarıma. Şimdi onu anlamıştım. Son nefesimde ise onu onayladım. Hiçbir zaman yazamamak.

Hiç yorum yok: