26 Şubat 2012

Yaylalar yaylalar..

Kuzenimi askere uğurladık iki gün önce, bir film karesi gibiydi. Sarıldık, öpüştük. Girişe gitti, evrakını gösterdi ve koridora doğru yürüdü, arkasını döndü, el salladı bize. Yüzünde "beni merak etmeyin" edalı bir gülümseme vardı. Benden bir yaş küçük ve şuan asker. 15 ay askerlik yapacak. 15 ay dile kolay.

Kendimi onun yerine koydum da 15 ay ne kadar uzun bir süre. Hayatımızdan koparılan ve boşu boşuna geçecek koskoca bir 15 ay. Adam mı olacağız orada? Hayatı mı öğreneceğiz? Sağlam arkadaşlıklar mı kuracağız? Varsın hiçbiri olmasın. Ben onları bu yaşıma kadar yaşadım zaten. Yaşadıkça hayatı öğrendim, arkadaşlık nedir öğrendim. Ailemi özledim, sevgilime hasret kaldım. Yeri geldi ağladım, yeri geldi mutlu oldum yaşadıklarımdan. Bunlar için askerlik şart değil. Hem de hiç şart değil. Benim hoşuma gitmeyen gözü kapalı esaret.

Böylesine bir askerliği herkes yaşamıyor tabi ki ama genel düşünce bu yönde değil midir? Her aile çocuğunu askere gönderirken endişe duyar, başına bir şey gelmesin der. Evlat hasreti işte. Bu kadar korkuyoruz biz askerlikten. Bizi adam etmekmiş.. Asıl aileleri ruh hastası ediyor bu askerlik..

Bu sınav bizim ikinci sınavımız. İlki hayatımızın bağlı olduğu, 3 saatlik sınav. İkincisi ise bu, ölüm kalım sınavı. İnsan, hayatında bu ikisini atlattıktan sonra yaşama hakkı kazanıyor adeta.

2 gündür her şey bir garip geliyor gözüme. İzlediğim filmler, gördüğüm olaylar, okuduğum yazılar, sarıldığım arkadaşım, öptüğüm sevgilim.. Bunların hiçbirini yapamayacağım sanki. Kuzenimin 15 aylık, dış dünyadan bihaber alacağı nefesi ben alıyorum artık.

Düşünüyorum 15 ay sonra herhangi bir yerde, herhangi bir işte çalışıyor olabilirim. Yarın bile ne olacağımız belli değil ki. Daha da abartıyorum düşünürken, 15 ayda ne yazılar yazılır diyorum. Ne haberler çıkar, ne fotoğraflar paylaşılır. Takip ettiğim diziler biter belki. Yeni ürünler çıkar, yeni oyunlar, yeni telefonlar, yeni bilgisayarlar..

Yok, ben askerliğe kafa olarak hazır değilim sanırım. Okuyabildiğim kadar okurum bu kafayla.

15 Şubat 2012

Fikir Taneciklerim #9

- Çoğu kişinin okulu bu hafta başlamış ve derse gitmeyip saatlerce dışarıda geziyor olmasına karşın benim okulum geçen hafta başladı ve bugünlerde yapmam gereken bir hayli ödevim var. Kaçmak istedim hepsinden, millet dışarıda fink atarken benim odamda oturup ödev yapmam saçma geldi. Kendimi bloguma attım. Artık eskisi gibi de yazamıyorum, ama yazarken de hiçbir şey olmamış gibi yazacağım şeyi yazıyorum ya, işte o hale genel olarak bayılıyorum ben. Okuyan okusun(çok da kişi okusun) havasını seviyorum. Haftalar sonra bir yazı giriyorsun ve sanki dün yazmışsın gibi bir tavır takınıyorsun ya çok hoş oluyor. Kitleler zaten bilgisayar başında senin yazını beklemiyor ki.. "Ayy ne zamandır yazamıyorum, beni özlediniz mi?" tarzında bir havaya niye bürünüyor bu insanlar? Acaba bu benim anlayamadığım, "blogu yarat" dedikten sonra yazdığım birçok yazının içinde kendimi kaybederken oluşan bir olgu mu? Neyse, ben o insanı seviyorum sözün kısası. O öyle sallamasın, yazsın ve çekip gitsin. Cool takılsın. En iyisi.

- Bir 14 Şubat daha geride kaldı. Bizim için çok güzel geçti. Dikkatinizi çekerim "bizim" diyorum. Geceye kadar tweet atmadım ama "sevgilim var" amaçlı bir eylem değildi gerçekten. Tumblr'da bir çocuk "bugün okula gitmiyim de sevgilim var sansınlar" yazmış. Ona çok güldüm. "Evet lan!" dedim. "Hiç tweet atmadım, acayip havam oldu ha!" dedim. "Tam da sevgilisi olan insan tipiyim" dedim. Garip bir düşünceymiş. O çocuğun yazısını görene kadar aklıma gelmemişti.

- "Cem Bey ayakkkkkabılarınız dopuğkluu mu yoğsaaaa boyunuz mu kısa? Kısayım ulan işte.." Adam kısa. Hem kepçe hem kısa, evet. Yine de sempatik, yetenekli, evet. Adam saklamıyor ki bunu. Kısayım, diyor. Peki Adele sen ne diye uzatıyorsun şu kilo sorununu, anlamadım ki ben. Adele normal kilolarda hoş bir bayan olmak istemiyor mu? Niye yiyor bizi hala? Yeme bizi daha fazla bak, kocaman olmuşsun zaten. Ne prim yaptı bu konudan ya, kafamı duvarlara vurmak istiyorum. Tutturmuş da "beni sesimle değerlendirin, vücudumla değil". Ben senden Victoria's Secret kıvamında bir melek olmanı istemiyorum ki. Benim de göbeğim var, spor yaptım yaptım gitmedi bir türlü. Bundan hiç de mutluluk duymuyorum ben. Kilolarıyla mutlu bir insan mı varmış da? Bırak allaşkına Adele. Zayıflayamıyorum napıyım demiyorsun da bize, lafı başka yerlere çekiyorsun. Mutlu olma şu kilolarınla!!

- Bazı meslekler var, kız tavlama gayesi üzerine kurulmuş. Hem 14 Şubat da geçti, şu sayacağım üç mesleğe kasın da önümüzdeki 14 Şubatları yalnız geçirmeyin. Bana noluyorsa anlamadım. Sanki yaşam koçu olacam. Bu tür yazılar girerken hep Ozan Güven geliyor aklıma. Yani adam haklı. "Sen kimsin abi? Yaşın kaç senin?". Aslında bu konuyu yazacağım vardı da 14 Şubat üstüne daha iyi gider diye düşündüm, yoksa amacım eğlenelim, şakalar eğlenceler..

1) Spor hocası

Spor salonlarında kızların götünden ayrılmayan kaslı adamlar var ya onlardan işte. Bu meslek insanı az sonra yazacağım iki meslekte olmayan bir avantaja sahip: Kas (bi de adonis var ha)

Bu adamlar ilk gün sana bütün hareketleri gösterir, ondan sonra çeker gider salona düşmüş hatunların yanına. O kadar komiğime gidiyor ki bu adamlara bakarken. Her harekette kadınla temasa geçiyor, her türlü domalma hareketinde kadının arkasındaki yerini alıyor. Çok da seçici bu tipler. Özellikle spora yeni başlayan, dal gibi, birazcık kas yapmak, birazcık forma girmek isteyen, genel olarak sarışın, cakcakcak konuşan ve oluyor mu oluyor mu diye yeri göğü inleten kadınlar spor hocalarının vazgeçilmezi. Arada sırada kadına hareketi göstermek için aletin başına geçiyor. Takıyor ağırlığı sona, kaslarını şişire şişire hareketi gösteriyor. Nefes alıp verirken inliyor. Hemen kaslarından terler akmaya başlıyor falan. O arada kadının gözlerinde bir şeyler yanıyor. Dolar yanmıyor, başka bir şey yanıyor. İşin sonunun nereye varacağı belli zaten. İyi sporlar.

2) Barmen

Eline geçen bardağı, şişeyi havaya fırlatan, aynı zamanda da kızları kesebilen adamlar var ya onlardan işte.

Bu adamlar kaslı olmuyor ama yakışıklı oluyor. Hatta işe alınırken önce yakışıklı mı diye bakıyorlar, ondan sonra Mojito yapabiliyor mu diye ölçüyorlar. Bu adamlar da bütün gece kızlara bedava içki veriyor, zaten otelde her şey dahil sistemi var. O içkiler kime giriyor belli olmuyor ama gece o barmenin kime gireceği belli oluyor. Yüzsüz yüzsüz oda numarasını isteyen barmenler var. Ha bazıları da uzun süreli geliyor otele. 1 hafta rahat etmek için bir barmeni gözüne kıstırıyor. Gidiyor direkt söylüyor oda numarasını, alan memnun veren memnun. İçkiler lezzetli, ortam şahane. Afiyetler olsun.

3) Zara Şube Müdürü

Bence en iyisi bu. Valla da billa da! Ne yapın ne edin, gidin okulu varsa okuyun , Zara şube müdürü olmaya kasın. Sorsan kadınlara, biri çantalarımı çok seviyorum der, biri ayakkabılarımı der, biri kıyafetlerimi der. Hepsi Zaraya çıkar illa ki. Tanışırken de çok şey demene gerek yok. Yanına git hatunun. "Merhaba, ben Zara şube müdürüyüm" de, olay bitmiştir. İyi alışverişler.

7 Şubat 2012

Çocuk Savaşları

Evin kapısından girdiğim anda, karşımdaki ışığın gözümü kör edici etkisiyle bir anda M4'ümü ateşledim. Adamın ışığı işe yaramamıştı. Kafasının ortasından geçip duvarı delen mermilerim etrafı sessizliğe bürümüştü. Işık artık gözümü rahatsız etmiyordu. Yerde sessizce bir ileri bir geri gidiyordu. O anda televizyondan bir çocuk sesi duyuldu. "Fuck you!" dedi. Şarjörümü değiştirirken gülümsedim çocuğun ölü vücuduna bakarak. Belki ilk kez eline bir silah alıyordu. Belki de 13 yaşındaydı ve kendini diğer çocuklardan soyutlayıp, oyun oynamayı  dışarıda top oynamaya tercih etmişti. Gazabımdan kimsenin kurtulmayacağına ant içerek ve gözüm dönmüş bir halde yoluma devam ederken telefonum çaldı. Meşgule attım. Birkaç dakika sonra yine çaldı. Arayan babamdı. Telefonu açtım. Buluşalım bugün, dedi. Oyunda çocuğa vermiş olduğum olgun tebessümden eser yoktu yüzümde. Oyuncağı elinden alınan bir çocuk gibi hissettim kendimi. Sesimi yaşıma uydurarak olur, dedim.

Buluşmaya eski dostlarımız ve bir yeni kişi de katılmıştı. Yeni kişi, eski dostun sevgilisiydi. Yan yana oturdular her sevgili gibi. Genel muhabbette yer buldukları kadar özel sohbet sayfası da açıktı ekranlarında. Kalan nefeslerini birbirleri için harcıyorlar, nefessiz kalınca bize gülümsüyorlardı. Konu döndü dolaştı, ben ne ara ekranın başından kalkıp su içmeye gittim de bu muhabbeti kaçırdım diye düşünürken eski dostum, çocukları olunca çocuklarına koyacakları isimleri söyledi. İsim değerlendirilmesi yapılırken benim anlayamadığım ise çocuk yapma düşüncesiydi. Aklıma oyundaki çocuk geldi. Acaba onun gibi bir çocuk mu istiyorlardı? Bütün gün oyun oynayıp sadece tuvalet ve yemek ihtiyacı için oyunun başından kalkan çocuk gibi bir şey belki de. Yoksa koydukları isimle çocuğun hayatına da yön vermek mi istiyorlardı? 90 doğumluların çocuk yapma yaşı gelmiş miydi?

Masadaki muhabbet devam ederken telefonum çaldı, bu sefer meşgule atmadım. Yetişkin bir birey olarak toplum içerisinde yer alıyordum, ama ara vermek gerekirdi bazen. Telefonuma baktım, arayan annemdi. Müjdemi isterim, dedi. Kuzenimin askerliği belli olmuş, acemiliği Ankara'da yapacakmış. Sevindim, biraz konuştuk annemle, sonra telefonu kapattım. Annem habere sevinedursun nöbet tutan, yaylalar yaylalar eşliğinde kilometrelerce koşan kuzenim belirdi kafamda. 90 doğumluların askerlik yapma yaşı gelmiş miydi?

Belki de ben geç kalmıştım her şey için. Aşık olmak için, evlenmek için, çocuk yapmak için, askerlik için.. Aklıma sınıftaki kız geldi. Bir sevinçle bana tek taş yüzüğünü göstermişti. Tatilde nikahlanmış, yaza ise evleneceğini söylemişti. En yakın arkadaşım geldi aklıma. Sevgilisi evlenme teklifi etmişti. O da yaşadığı heyecanla bana ulaşıp haberi vermişti. 90 doğumlular nikahlanıyor, yaza da evlenme planı mı yapıyordu?

Akşam olmuş; babam, eski dostlarım ve yeni kişiden ayrılmıştım. S.kerim, dedim eve gelince. Hemen odama girip üstümü başımı çıkardım. İki dakika sonra oyunun başındaydım. Gel buraya o..pu çocuğu, dedim ekrana bakarak. Hepinizi doğduğunuza pişman edicem. Teker teker s.kicem sizi. Ama her şey istediğim gibi gitmemişti. Aklımdaki nikah, evlilik, yüzük kavramları oyunumu etkilemişti. Bu sefer onlar kazanmıştı. Onlar. Çocuklar. Acımasızca mermilerini boşalttılar üstüme. Güldüler, eğlendiler. Bağırdılar ekran başında. O an çocuklarla olan savaşım bitmişti. Oyunun başından kalkıp odama geçtim, yatağıma yattım. Bütün gece çocuğuma hangi ismi koysam diye düşündüm.