8 Ağustos 2014

Kör

Kadının gözlerine bakınca kendimi balta girmemiş bir ormanda, ağaçların topraktan bir sanat eseri güzelliğinde yükseldiği ve dibini serin tuttuğu o yumuşacık toprakta, kuşların seslerini dinlerken ve gözlerimi kapatıp onlara kendi sesimle eşlik ederken buldum. Zamanın akmadığını, sanki bir film şeridi gibi kameranın sürekli olarak kadının gözlerinin içinden geçip tekrardan gözlerine ulaştığı bir hisse kapıldım. "Hayatınızı etkileyen en trajik olay neydi peki?" diye sordu. Odanın içindeki ağaçlar birer birer yok oldu, zemine gömüldü, çürüdü ve kayboldu. Birkaçı boyut değiştirerek masaya dönüştü, biri güzel kadının sandalyesi, diğeri ise arkadaki panoya büründü. Gözleriyle olan bağı koparmaya çalıştım. Afallayarak "efendim?" dedim. Burada soruları o soruyordu, cevapları ise ben bir türlü veremiyordum. Soruyu anlamıştım; ama zaman kazanmak istiyordum. Sorusunu yineledi: "Şu zamana kadar sizi etkileyen en büyük olay neydi? Olumlu veya olumsuz cevap verebilirsiniz." Biraz düşünüp "ailemin ayrılması" dedim. İstediğim etkiyi ruhuna empoze etmiştim. Gözleri kısıldı. Kumral, uzun saçlarını arkasına salladı. "Anlıyorum" dedi. Pek anladığını sanmıyordum. Psikiyatr, önündeki kare not deftere bişeler yazdı. Gülümsedi.
Aslında orada verdiğim cevap insanların benden beklediği ve beni etkilemesi gereken bir olayın dile gelmesiydi. Lakin öyle değildi. Düşündüğümde çok küçük şeyler de beni daha çok etkilemişti, çoğu da ailemin kararından trajikti. Oyuncağımın kafasını kırıp ailem eve gelene kadar ağlamam, aşık olduğum kızın benden ayrılması, buz tutmuş kaldırımda düşüp kıçımı kırmam gibi birçok şey geliyordu aklıma. Bunlar ara sıra aklıma gelen şeylerdi; ama oturup ailemin ayrılmasına kafa yormuyordum. Onu öyle benimsemiştim belki. İki taraftan da bir eksiklik hissetmediğim için hiç kafama takmamıştım. Peki bu benim hayatımı ve gelişimimi etkilemiş miydi? Buna cevabım hayır. Lakin çoğu insan bunun tersini düşünecektir. Ben, ailemden bana geçen genleri kendi hayat tarzımla harmanladım. Her insanın farklı olduğunu düşünüyorum.

Teşekkürler, dedi. Ben teşekkür ederim, dedim hemen. O beni tanımaya çalışıyordu. Verdiğim samimi cevaplara(!) teşekkür ediyordu. Peki ben neye teşekkür ediyordum? Beni anlamasına mı yoksa saati 250 Euro'luk seansla belimi bükmesine mi teşekkür ediyordum? Kalkmamı bekliyordu; ama kalkmıyordum. Gözleri notlarındaydı. Dokuz saniye sonra kaşlarını kaldırarak bana bir bakış attı. Kuşların cıvıldayışı geldi kulaklarıma. Suratına gülümseyip aniden somurtan insanları bilirsiniz, acaba karşımda öyle biri mi vardı? Merak ediyordum.. İşi bitmişti ve benden kurtulmak istiyordu. Bunu hissedebiliyordum ve hoşnut değildim. Bu odada bir fazlalıktım. Yere sürte sürte giden, sürttükçe de kıvılcımlar çıkaran bir balta hayal ediyordum. 2 metreye yakın kollarımla gidip kucaklayamayacağım kadar geniş gövdeli bir ağaç vardı karşımda. Baltayı havaya kaldırdım. Bir çınlama ve rüzgarın sesi geldi hareketimle. Gözlerimi kapamadan ağacın gövdesine geçirdim baltamı. Yapraklar döküldü başımdan, kuşlar uçuştu. Baltanın gövdeyi girmesiyle tok bir ses duyuldu. Zevkten çığlık attım. Diyaframım parçalanıyordu nefes alıp vermekten. Gülümsedim. "Gözleriniz..." dedim. Baltamı sırtıma koydum. Gözleri daha da büyüdü. "Gözlerinizde..." dedim. Merakla bana bakıyordu. "Gözlerinizde çapak var..."

Arkamdan kapıyı çekip giderken bu ormana bir daha ayak basmayacağımı biliyordum. Annemin ne kadar iyi kalpli, babamın ise ne kadar saygılı ve kibar bir insan olduğunu düşündüm. Onların oğlu olmaktan gurur duyuyorum. İyi ki varlar..

Hiç yorum yok: