Gözlerimi kapattığımda karşımdaki coşkulu kalabalığı görüyorum. Birkaç ülkenin bayrağı dalgalanıyor içlerinde. Sarı ve kırmızılar, mavi ve yeşiller, çeşitli semboller ve yıldızlar. Tam seçemiyorum onları, hangi ülkeyi temsil ediyorlar, düşünemiyorum. Bir genç çocuk var güruhun tam ortasında. Üstünde atlet, kafasında şapka var. Şapkayı ters takmış. Buraya gelirken kavurucu sıcağın altında şapkanın düz takıldığını, akşama doğru ilerledikçe ve hava serinledikçe şapkanın yana döndüğünü ve tam şu anda, ışıklar kapanıp tekrardan açıldığında, o kısacak arada, şapkasının arkaya baktığını hayal ediyorum. Şapka olması gereken yönde ve herkes halinden memnun. Burnuma bir koku geliyor, ter kokusu. Kendimden geliyor olmalı. Bu büyük heyecanlar öncesi yaşadığım gerginlik beni hep terletir. Ellerim titrer, soğuk soğuk terlerim hasta gibi. Vücudumu iyi tanıyorum, o yüzden çok sorgulamıyorum. Müzik, yankılanmaya devam ediyor. İki kişi geliyor yanıma ve konuşmaya başlıyorlar. Sanırım kullandığım ekipmanlar hakkında konuşuyorlar. Kafamdaki kulaklıktan net duyamıyorum söylediklerini. Hâlâ terliyorum. Rahatsız edici bir koku var içeride ve iki kişi konuşmaya devam ediyor. Bir ara müziği yavaşlatıyorum, ruhun dinlenmesi gereken zaman geldi çünkü. Böyle yavaşlayıp yükselen ritimler nedense insana haz veriyor. Hışır hışır kağıt sesleri içerisinde doğru düğmeleri arıyorum. Gecenin karanlığında, loş ışığın altında neyin nerede olduğunu bulmak gerçekten beceri gerektiriyor ve ben bu beceriye sahibim. Sahip olmasam önümdeki sonu belli olmayan kitleye sahip olamazdım diye düşünüyorum. Kalem ve kağıt sesleri geliyor arkamdan. Sanırım ekibim çalma listemi düzenliyor. Boşuna uğraşıyorlar, hepsi aklımda. Kağıt israfına bu evrenin ihtiyacı yok, benim gibi insanlara ihtiyacı var. Robot-vari bir ses geliyor tam üstümden. Yukarı bakıyorum ama göremiyorum. Bu ses benden gelmedi. Benim müziğimde böyle kötü bir notaya sahip ses yer alamaz. Anlam veremiyorum. Olduğum yerde sıkıştığımı hissediyorum. Etrafımda kimse yok, ama içim daralıyor. Nefes alamıyorum. Havaya ihtiyacım var. Hava alamıyorum. Çırpınıyorum ve müziğim yok oluyor. Yavaş yavaş yok olduğunu duyabiliyorum ve gözlerimi açıyor.
Orta yaşlarda bir adam gözlerimin içine bakıyor. “Şunun sesini biraz kıs, delikanlı!” diyor. Elinde kulaklığım var. İşaret parmağıyla tutmuş, sallandırıyor ucunda kulaklığı. Göz bebeklerim büyüyüp küçülüyor. “Taa.. tamam” diyebiliyorum. Elinden kapıyorum kulaklığımı. Telefonumdan müziği durduruyorum, kulaklığı kafama takmadan boynuma koyuyorum. Kalın montum resmen üstüme yapışmış. Ter kokumu hissedebiliyorum. Etrafıma bakıyorum. İki kız var yanımda, dedikodu yapıyorlar. Sevgilisine aldığı pahalı saati aslında bir önceki sevgilisine aldığını, fakat zamansız ayrılıklarından dolayı saati bekletip yeni sevgilisine verdiğini öğreniyorum. Hemen arkamda bir genç, önünde sınav testleri ile oturuyor. Elindeki kurşun kalemin arkasını dişliyor. Sanırım soruyu çözemezse, çözünce de sonlandırabileceği bir kalemi olmayacak. Araç yavaşlıyor. Sonraki istasyon: Şirinevler.. Sayın yolcularımız Aksaray-Havalimanına devam edecek yolcularımızın Şirinevler istasyonunda…” diye sinir bozucu bir ses geliyor başımın üstünden. Yüzümü ekşitiyorum. Susması için cebimdeki bütün parayı verebilirim. Ayağa kalkıyorum, sesten uzaklaşmam gerek. Hızlı kalkıyorum yerimden sanırım ve birine vuruyorum. “Özür dilerim” diyorum. Çocuk kafasını çeviriyor. “Önemli değil” diyor. Yüzü bana bakıyor, şapkası ise tam tersi yöne..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder