Etrafıma bakıyorum, tek boş yer var metroda: o da benim yanımdaki koltuk. Sahibi az önce meskenini terk etti ve ortalık galeyana geldi. Saydığım yirmi iki çift göz var bana ve yanımdaki koltuğa bakan. Akşam iş çıkışı saatini düşünün. Tüm günün yorgunluğunu metroda ayakta giderek, onlarca durak boyunca sinir harbi yaşayan insanlar var çevremde. Ben ise ilk duraktan binip sakin metronun ruhunu bu insanlardan bihaber yaşıyordum. Taa ki güruh vagonuma hücum edene kadar. Dört kişiyi bir arada tutan ve birbirine bakmaya zorlayan koltuklardayım. Oturmaya dördüncü arıyoruz. Bavul ile seyahat ettiğim için koridordaki koltuğu tercih etmemle başlayan yolculuk bir işkenceye döndü dönecek. Zira ayaktaki insanlar üzerime çullanıyor. Bavuluma vurup çaresiz yorgunluklarını benim güzelim bavulumdan çıkarmaya çalışıyorlar. Ne kadar çaresizim. Yanımdaki kişinin de kalkmasıyla iyice yalnız kaldım. Boş koltuğun verdiği soğukluk vücuduma yayılıyor. Ayakta durduğunu gördüğüm orta yaş krizine tutulmuş, saçları kırçıllı bir amca var. Onun oturmayı hak ettiği bir dünyada mı yaşıyoruz yoksa bir eli cebinde, sırtında çantası, kafasında beresi, kulağında kulaklığıyla sakız çiğneyip koltuğu kesen çocuk mu oraya geçmeli? Bu konu hakkında kısa süreli bir beyin fırtınası yapıyorum. Çocuğun bir adım ileri atmasıyla çok da düşünmeme gerek kalmıyor ve çocuk yanıma geçmek için izin istiyor. İşte bendeniz Themis. Karşınızdayım. Hayata yön veren, adalet temsilcisi, biricik Themis. Çocuğa bakıyorum ve bavulumu önüne sürüp yolunu engelliyorum. Çocuğun gözleri kısılıyor. Bu bana bir çok şeyi açıklıyor. Kısılmış gözden hayatım boyunca korkmuşumdur. Zihinden geçen kötü düşüncelerin göstergesidir. Çocuğun ağzı yarım açık, sakızını çiğnemeden bana bakıyor. Yaklaşık 7-8 dakikadır izlediğim ve sanırım Unforgiven solosunu yarıda bırakan parmakları cebinden çıkıyor. Kulaklıklarını kulağından çekip “şuraya geçebilir miyim?” diye bana soruyor. Yaşı benden küçük, evet. Öğrenci. Daha bıyıkları terlememiş. Beresinin kenarından çıkan saçlarının şekli ve o kumral saçları, bir bütün olarak nefretimi içimde biriktiriyorum. Cevap olarak “hayır” diyorum. Bavulum hâlâ yolunu engelliyor. Cam kenarı koltuk, usul usul sahibini bekliyor. Amcaya sesleniyorum. Gelip oturmasını söylüyorum. Kıvrılarak aralardan geçiyor. Az önce teşhis koyduğum yaşlı amca modeline hiç uygun hareketler değil bunlar. Yılan gibi yanaşıyor. Bavulu hafifçe çekiyorum ve geçip yanıma oturuyor. Çocuk bir bana bakıyor bir amcaya bakıyor. Hiçbişe demeden kulaklığını takıp daha sert bir parça açıyor. Tahmin ettiğim gibi kötü bir hareket görmedim kendisinden. Nefesini müzikle aynı sertlikte dışarı veriyor. Pencereden dışarı bakıp solo atmaya devam ediyor. Parmaklarına bakıyorum. Bu sefer parçayı çıkaramıyorum. Hızlı nota geçişleri olmalı. Amca omuzuma dokunup teşekkür ediyor. Rica etmiyorum. Sadece başımı eğip karşılık veriyorum. İçerisi iyice sıcak mı oldu yoksa bana mı öyle geliyor? Bilmiyorum. Camların buharlanması tezimi doğruluyor. Çocuğun dışarı anlamsız bakışları beni rahatsız ediyor. Ben de dışarı bakıyorum herkesin yaptığı gibi. Bir şey görünmese de bakmaya devam ediyoruz. Cama çıkmış terli saç izleri dikkatimi çekiyor. Muhtemelen sabah gidiş bacağında bırakılmış izler bunlar. Sahibi daha terli bir şekilde evine dönüyor olmalı. Duş almadan yatacak ve sabah başka camlara izini bırakıp hayatını sürdürecek. Bir köpek gibi her yere kokusunu bırakmalı çünkü. Bu hayatta gidici olduğunu unutup kalıcılığını belgelemeli..
Sesi duyuyorum. İneceğim durak. Ayağa kalkıyorum ve izin istemeden, hafif de çocuğa çarparak, kapıya doğru ilerliyorum. Amcadaki kıvraklık bende yok. Metrodan çıktığım andaki içime çektiğim oksijen hoşuma gidiyor. Bunaltıcı kum sıcağının ayağa yaptığı acıya çarpan serin deniz suyu gibi. İçime çektiğim şu anki hava ne kadar pis de olsa karbondioksit biriken bir vagondan daha pis olamaz. Arkamdaki kapı kapanıyor. Dışarının soğukluğu boynuma vuruyor. Kaşkolumu sarıyorum boynuma ve metro yavaş yavaş hareket ediyor. Derken seyahatimi paylaştığım koltuklara gidiyor gözüm. Çocuk benim yerime oturmuş! Bulanık da olsa görüyorum. Parmaklarını hayal ediyorum. Queen’den I want it all başındaki soloyu çalıyor. Çünkü en sevdiğim ve mutlu olduğum zamanlar o soloyu çalar parmaklarım. Metronun arkasından bakıyorum. Gözlerimi kısıyorum.
2 yorum:
şiirsel bir anlatım. Bence şiir de denemelisin...
Deneyeceğim kendimi yeterli gördüğüm zaman, teşekkürler.
Yorum Gönder