“Oğlum gel açsındır, bişeler ye” dedi. “Sağol Recep Abi, tokum. Benim dönerciye gittim. Off şahane döner yapıyor ya” dedim. Elindeki çatalı yemek masasına bıraktı. Ciğerlerine nefesi biriktirdi. Oturduğu yerden sadece başını çevirerek bana bir bakış attı. Vücudu hâlâ masaya dönüktü, yemekten kopamamıştı. Bedeni önündeki köfteyi, kafası beni yemek istiyordu çünkü. “Sen..”dedi. Evet geliyordu. Hissedebiliyordum. Öfke kokuyordu ağzı. “Sen bizim Fatih’teki Alparslan Usta’nın Yeri’nden hiç yedin mi çocuğum?” diye sordu. Cevabım belliydi aslında. Tabi ki yememiştim. O kim yahu? Ağzındaki köfte ve cacık bulamaç olmuş, soruyla geviş getiriyordu çenesi. Yok abi, dedim. “Hah!!” dedi. Hah? Başarmıştı. Döner ne demek, bilmiyordum. Tatsız tuzsuz dönerler içerisinde geçirdiğim yıllarıma isyan ettim. Gözlerim doldu. Üçüncü sınıf bir restoran döneri ile bir ömür geçirmiştim. Gözlerimi yukarı diktim ve dua ettim. Alparslan Usta’ya ihanet ettiğim yıllarım için Tanrı’ya sığındım. ”O zaman sen hayatında döner yememişsin” dedi Recep Abi. “O dönerden ye, hayatında bir daha başka bir yerden döner yemezsin” dedi. Damak tadı ile başlayan cümleler geçti kafamdan. Hepsi Recep Abi’nin geviş getiren çenesine tosladı. Boy vermeden çürüdü. “Haklısın” diyebildim sadece. Masaya döndü kafası. Yemeğini yemeye devam etti. “Oğlum!” diye seslendi. Bu sefer gerçek oğluna sesleniyordu. Getir bakalım şu kadayıfı da yiyelim, dedi. Kadayıf kimdendi acaba? Bu riske girmeli miydim? Bir gol daha yemek istemiyordum. “Abi ben de tadına bakabilir miyim?” diye sordum. Neşesi yerine geldi. Bu sefer arkasına bakmadan el yordamıyla “gel” işareti yaptı bana. Yanına oturdum. Kadayıf yedik. Yediğim en güzel kadayıftı; lakin nereden aldıklarını sormadım. Soramadım. Recep abi “beğendin mi?” dedi. Ağzımdaki kadayıfla “evet” dedim. Kahkaha attı.
O gün kendimi karşı takımın forvet oyuncusu gibi hissetmiştim. Gol atmak istiyordum ama karşı taraftan onur kırıcı sözler geliyordu. Kendimi motive edemiyordum. En sonunda takım değiştirdim. Köşe vuruşundan gelen sözde ters bir kafayla kendi kaleme golü atmıştım. Biraz üzülür gibi yapıp orta sahaya doğru yürümüştüm. Takım arkadaşlarım yoktu etrafımda. Tek başına bir takımdım ben. Karşılık verememiştim karşı takımın ataklarına. Zevkler ve renkler tartışmasına girememiştim. Sonra üzüldüm ama. Yaptığım şeyden pişman oldum. Hemen satmıştım dönercimi. Bu duruma bir son vermeliydim. Ertesi gün kendimi Fatih’te buldum. Alparslan Usta’nın restoranı bırak üçü, beşinci sınıf bir yerdi. Döner söyledim porsiyon olarak. Tabakta 150 gr. döner geldi. İki yarım domates, bir yeşil biber, üç pide. Pideler sıcaktı. Açık ayran söyledim bi de. Yemeye başladım. Beklentim yüksekti. Kadayıf oranına bakılırsa döner bittikten sonra hafiften orgazm seviyelerine çıkmış olmalıydım. Dönerin yarısı bitti. Ayaklarıma doğru bir uyuşma geldi. Döner bittikten sonra arkama yaslandım. Kalan son damla ayranı da kafama diktim. Karnımı sıvazladım. Ohhh, dedim. Sigara içmeyen bir insan olarak, Usta’dan bir dal sigara aldım. İçtim püfür püfür. Recep Abi’yi aradım. “Alooooo” diye kulağıma bağırdı. O da telefonda bağırarak konuşan yaşlılarımızdan biriydi işte.. “Recep Abi müsaitsen bişe soracaktım sana” dedim. “Buyur oğlum noldu?” dedi. Abi, dedim.. Şu geçen yediğimiz kadayıfı ner… “Hah!!” diye lafımı kesti. Beklenen “hah” da gelmişti. "Tarif ediyorum, yaz" dedi. İki kilo almayı unutma bak, dedi. "Akşama balık aldım, balık yiyecez, üstüne iyi gider" dedi. Yiyecektim. Çatlayana kadar yiyecektim. Kış geliyordu. Biraz yağlanırım, bol kazak giyerim diye içimden geçirdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder