24 Eylül 2013

MSN

“Abi ben var ya, offline takılıyorum. Yani sonuçta herkese online görünmek istemem. Ben kendi istediğim kişilerle konuşurum. Kimse benim orada olup olmadığımı bilmez. Bence böyle kullanılmalı” dedi. Benden bir tepki bekliyordu bu sözleri karşısında. İçimde patlayan tepkileri mi yoksa onun istediği tepkileri mi vermeliyim diye düşündüğüm iki saniyelik süre, ömrümden ömrü alıp götürüyordu. Konuştuğumuz konu şu an hayatımızın bir parçası olmaktan kopan bir programdı. Microsoft’un yıllar önce hayatımıza dahil ettiği ve birçok insanı delicesine bilgisayar başına kilitleyen, sürekli yayımladığı yeniliklerle bir gün smiley atarak, bir gün “cam” açarak bilgisayar başında çürüdüğümüz: Msn Messenger. İşte konuştuğumuz konu onun Messenger ve çevresindeki insanlarla olan imtihanıydı ve o, elinden geldiği kadarıyla bu imtihanı artistik bir şekilde sürdürmek istiyordu. Kendi içinde yaşadığı diğer imtihan ise gizlilik duygusuydu. Eminim ki Facebook çıktığında, kendini ve fotoğraflarını gizleyip insanları röntgenlemişti. Çünkü o, aranan bir kişiydi. Kendini ortalıkta görünmez yaparak sosyal iletişimini istediği insanlarla sürdürüyordu; fakat bunu yaparken bir stalker (aslında ben sizi takip ediyorum, ensenizdeyim!) edasında yapıyor ve offline olduğunu insanlara anlatarak çevresinde Görünmez Adam unvanına doğru koşuyordu. En iyisini yapıyorsun kardeşim, dedim. Böylesine düşünceli bir insan benim için kardeş sayılırdı(!) İki saniyelik düşünmeyle verebildiğim en iyi cevap da buydu sanırım. Karşısından onayı alan her insan gibi, kocaman gözlerini hafiften kısarak “tabi yaa” bakışı attı ve gözleriyle uzaklara doğru yelken açtı. Muhabbet direkt durmuştu; çünkü içten içe gülüyordum. Konuşacak mecalim yoktu. Bu ettiği lafları benden önce kaç kişi daha dinlemişti acaba, diye düşündüm. Sırada, yanında oturan arkadaşının bunu dinlediği kesindi mesela. Çünkü durum karşısında hiç tepki vermemişti. Belli ki Messenger üzerinden onla offline konuşmaya alışkın gibiydi. Her konuşma başlangıcı “ştt orada mısın?” diye başlıyor olmalıydı. Birkaç dakika cevap vermedikten sonra “buradayım” cevabıyla “işim vardı-geldim” havası yapıyordu. Alay hissim nefrete dönüşüyordu. Hocanın sınıfa girmesiyle kendi sırama gittim. İşin ilginci Görünmez Adam ders boyunca da offline olmayı sürdürüyordu, hoca kendisine soru sordukça konuşuyor, ortaya atılan sorulara atlamıyordu.


Akşam eve geldiğimde, önce bilgisayarın açma tuşuna bastım, o açılırken üstümü başımı çıkarttım. Bi su alıp bilgisayar başına oturdum. Messenger figürleri dönmeye başladı. Listemde kimse yoktu ya da ben öyle zannediyordum. Çevrim dışı listesinden onu buldum. Çift tık yaptım. Pencere açıldı. Orada olduğunu biliyorum, yazdım. Cevap gelmedi. Aslında bu cümle karşısında cevap gelmesi de beklenemezdi. Muhtemelen konuşma penceresi açık, ekrana öyle bakıyordu. Üzerine oyun isteği yolladım. Kızma Birader. Kabul etmedi. Cam açma isteği yolladım. İptal etti. “Ne var olum la?” yazdı. Kızmıştı. Yok bişe dedim. Bilgisayarı kapadım ve yattım. Oyunu ben kazanmıştım. Hükmen!

15 Eylül 2013

532

Üç kişi bir salonda oturuyorduk. Hani şu sıkıcı durumları bilirsiniz. Bir arkadaşın vardır, seni evine davet eder. Diğer bir arkadaşı da misafir listesine eklenir. Ortada herkes için sadece bir ortak arkadaş vardır. O ortak arkadaş iki kişi arasındaki muhabbet akışını sağlar, o olmadığı zaman muhabbet sona erer. Anlatmak istediğim böyle sıkıcı bir durum işte. Üç kişiydik. Arkadaşımın salonunda oturuyorduk ve arkadaşımın telefonu çalıyordu. Arayanı göremedim ama arkadaşımın göz bebeklerinin büyüdüğünü görebiliyordum. Formula 1 sürücüsü kıvamında, saniyelerle yarışan bir edayla telefonuna sarıldı. Kanepedeki titreşimi eline aktardı. Sevgili titreşimiydi bu. Telefondan sevgili akıyordu. Olabildiğince hızlı adımlarla “ben geliyorum hemen” telkinini bize dayayıp kendisini odasına gömdü. Kapının kapanması ve kilitlenmesi aynı zaman diliminde gerçekleşecek olacak ki belli bir süre sonra iki bilinmezli denklem(ben ve arkadaşı) çözümlenemediğinde, kapının kolunu çevirirken “kilitlemiş p.ç” cümlesi beynimden dudaklarıma doğru aktı. "Efendim?" diye sordu. “Yok bişe, tuvalete gidecektim” diye bir yalan uydurdum. 3 senedir evine geldiğim adamın tuvaletini bulamamıştım, evet. Aynı şekilde daha iyi bir yalan da bulamamıştım. Tuvalette uzun süre kalmak isterdim, fakat arkadaşı s.çıyor olmamdan tiksinebilir diye çiş süresi aralığında tuvalet maceramı bitirdim. Sifonu çektim, lavaboda oyalandım. Salona geri döndüğümde her şey olduğu gibi yerinde duruyordu. Arkadaşı, üç şişe bira, bir kül tablası ve yanmakta olan bir sigara. Kanım çekiliyor gibiydi. Arkadaşım içeride yıllarca kalabilecek gibiydi.

Salona geri geldiğinde, yaklaşık diyemem çünkü dakikaları sayıyordum, 36 dakika geçmişti. Arkadaşımın bağlı olduğu operatör sahibi ellerini ovuşturuyor olmalıydı. Arkadaşımın kulakları ise olanlardan hiç memnun değildi. Sağlı sollu kırmızı iki kulak temiz havayı içine çekmek istiyor gibiydi. Her şey düzene girdi sandığımda arkadaşım henüz yerine oturmuştu. Telefon tekrardan titredi. Bu sefer önceki pit stop’a oranla saniyenin yüzde biri, hadi abartmayalım, ikisi oranında daha hızlıydı. Telefonu alıp odasına gittiğinde, tatile giderken arkada 5 günlük mamasıyla bırakılan bir kedi kadar üzüldüm. Miaavvv, dedim ama dönüp de bakmadı(şerefsiz) O telefonunu alıp gittikçe benim de içimden bişeler yitiyordu. Arkadaşı ile olan kopukluğum, salonda yaşadığım boşluğum, biramın bitmesi ve sigara dumanının boğazımı yakması, her şey beni bu evden göndermek istiyor gibiydi.

Kapı çaldığında belki de eve geldiğimden beri ilk defa sevindim. Ben bakarım, dedim. Kapıyı açtım. Önümde esmer, benim boylarımda, mini şortlu, ama üzerine hırka giymiş bi kız vardı, kulağında da telefon. Buyrun, dedim. O bişe demedi, direkt içeri girdi, arkadaşımın odasına doğru gitti. Kilitli kapıya tosladı. Bikaç saniye sonra kilit açıldı. Hayatımda ben böyle müthiş bir sürpriz görmemiştim(!) Arkadaşımın sevgilisi onla telefonda konuşurken evine gelip sürpriz yapmıştı. Bütün olan buydu ve çok romantikti(!) Bunu sabaha kadar dört, belki de az gelebilir çünkü şehvet doruklardaydı, beş posta ile kutlamak istiyorlardı. Kız, arkadaşımın dudaklarına yapışıp kapıyı ayağıyla kapattığında (sinematografik) artık evde bir geleceğimin olmadığının farkına varmıştım. Arkadaşı ise bunu hiç umursamıyordu. Ne benimle konuşuyor ne de olan olaylar hakkında bir tepki veriyordu. Belki de o yoktu. Ha sakın hikayenin sonunda “aslında o yoktu!” diyeceğimi sanmayın. Bizzat vardı işte ve karşımda oturuyordu.


Buradan kurtulmak zorundaydım. Arkadaşımın odasında olanların ses seviyesi yükseldikçe kaçma isteğim azıyordu. Biramı kafama diktim. Telefonum çaldı. Fırsatı yakalamıştım. Ekrana baktığımda hevesim kursağımda kaldı; ama çaktırmadım. Arayan numara 532‘ydi, Turkcell’di. Açar açmaz “efendim canım?” dedim. “Hıhı, evet, tabi ki de geliyorum haha bye” dedim ve yarışa içerdekilerden daha hızlı döndüm. Kapıyı çektim ve gittim. O günden beri telefonu çaldığında telefonunu alıp giden insanlardan nefret ederim

13 Eylül 2013

Tek

Abi sana bişe sorabilir miyim, diyerek yüzünü bana çevirdi. Ben ise hala karşımdaki genç çifte bakıyordum. Gözlerimi onlardan ayırmadan “sor” dedim. “Kusuruma bakma ama, bu anlattıkların bana hiç mantıklı gelmedi, abartıyor olmayasın” dedi. Bu tam bir soru sayılmazdı. Alay içerikliydi. Gözlerimi kullanarak onu ikna etmenin vakti gelmişti. Yavaşça kafamı ona doğru çevirdim ve kısık gözlerimle onun gözlerini süzdüm. Dudaklarımı yana atıp memnuniyetsiz tavrımı bir aktör ustalığıyla ona savuşturdum. “Mehmet.. Ağzına s.çarım senin. Ben ne zaman sana yalan söyledim?” dedim. Soruya soruyla karşılık verip rahat jestlerimle küfrü harmanlayarak onu kendinden geçirmiştim. Verdiğim cevap karşısında bir an duraksadı. Gözleri kocaman açıldı. Onu düşünmeye sevk etmiştim. İkna olmaya başlıyor gibiydi. Sağ elimdeki silahı bir oyuncak gibi sol elime fırlattım. Bu hareket ile öldürmeye olan yakınlığımı Mehmet daha da anlıyor gibiydi.

Gece üçü geçmiş; sokağın başında, karanlığın içinde Mehmet’i elimdeki silah ile dün gece yarım düzine insanı öldürdüğüme inandırmaya çalışıyordum. Mehmet’in olaya inanmadığı nokta ise ikisinin eski sevgilisi ve çok yakın bir arkadaşının olduğu, dahası sokağın ortasında öpüşüyor ve arkadaşının eski sevgilisinin göğüslerini avuçluyor olduğuydu. Çünkü arkadaşı, Cenk, böyle bir insan değildi onun gözünde. Benim gözümde ise farklı duygular yaratmıştı. Öncesinde ısınma turları attığım 2 çiftin üzerinden beş dakika geçmeden, Cenk’in ölü vücudunu sırtlıyordum. “Or.spu çocuğu” demekten kendini alamadı Mehmet. Bunu o kadar içten dedi ki canına kıydığım iki çiftin günahları sanki bir anda Cenk’i yere yığmamla yitip gitmişti. İki çift bir doğruyu götürmüştü. İçim ferahladı. İyi yapmışsın abi, dedi. Bişe yaptığımın farkındaydım; ama ne yaptığımın farkına o anda vardım. Uzun süredir içimde biriken çiftlerin gözümün önünde gerçekleştirdikleri sevgi gösterileri, beni bir caniye çevirmişti. Gözlerime perdeler iniyordu. Perde açıldığında kendimi ücra bir köşedeki kaçak silah satılan bir bodrum katında bulmuştum. En ucuz silahı alıp sonraki gece kendimde cesaret bulduktan sonra sokağa çıkıp üç çiftin canına kıymıştım.
Mehmet arka sokaktan gelirken bulduğu küçük boyutta bir odunla oturduğu yere vurarak ritim tutuyor, bendeki ritim değişimini hissediyordu. Dünkü olaylar beni bir seri katile çevirmişti. Çiftlerin peşinde koşup beyinlerini zemine akıtan, sonra da onları en yakın çöp kutusuna atan bir seri katil. Kendime bir isim bulmalıydım. O an aklıma yarı ingilizce yarı türkçe bir kelime geldi: çiftkiller. Bir karın deşen kadar ünlü olmasam da bu sokakta nam salabilirdim. Böylece bu sokaktan bir daha kimse el ele geçemezdi. Başka şehirlerde benim ismim geçer, bu sokak için bir kabusa dönüşebilirdim. Bu yolda emin adımlarla ilerlemek için daha katledilecek çok çift vardı önümde. Yavaşça ayağa kalktım, silahı pantolonumun arkasına sıkıştırdım. Çiftin üzerine doğru yürüdüm. Karanlıkta öpüşüyorlardı. Bir arabanın yanında gözlerden ırak sevişiyorlardı. Önlerindeki binanın ikinci katında ışık yandı, çift yere çöktü, ben ise oturduğum yere döndüm. Mehmet niyetimi anlamıştı. Ver şu silahı, dedi. Hayır daha çok işimiz var bu yolda, dedim. Benim yanımda olmak istemiyor gibiydi. Çiftin korkusu az sonra yaşayacakları korkunun yanında sıfır sayılırdı aslında, ama ölümün farkında değillerdi. Bir evleri yoktu, belki arkalarından ağlayacak bir aileleri de yoktu. Bunu bilemezdim. Işık söndü, kadın içeri girdi. Çift kaldığı yerden devam etti. Ben de yarım kalan yolumu adımlıyordum. Yanlarına gelip dikildiğimde kızın Hello Kitty donunu gördüm. Daha sonra bişe gördüğümü hatırlamıyorum, zira kafamda hissettiğim sıcaklık her şeyin önüne geçmişti. Başımı yukarıda tutamıyordum. Hızlıca zemine düştüğümü hissettim. Gözlerim karardı. Mehmet hemen arkamda dikiliyordu. Elindeki odunda kafamı yarıp akıttığı kanın izleri vardı. Beton zemine düşen ölü etin sesi sokakta yankılanmıştı. Mehmet’in diğer elinde ise cep telefonu vardı. Cenk’ten gelen mesaj hala açık duruyordu. Muhtemelen dün gece Mehmet’in eski sevgilisine yaptıklarımı Cenk ona anlatmıştı. Abartıyorsun, dedi ölü vücuduma bakarak. Kendi kendime bile inandığım yalanıma Mehmet’i ortak edememiştim. Çiftlere olan nefretime ortak olmamıştı. Bu hayattan tek başıma göçüp gitmiştim. O ise bensiz yarım kalmıştı.